Katliamcı devlet geleneğinin örneklerinin belki de en sık yaşandığı aylardan birisidir mart ayı. Bu tarihsel kesit salt katliamlarla değil katliamlar ile anmaktan evvel şunu daima hatırda tutmalıyız. Faşist iktidar böylesine azgınca harekete geçmeye sevk eden; katliamcı politikalarını devreye sokmaya sebep olan, onların varlığını tehdit eden, ezilenlerin direnişleri, mücadeleleri, meydan okuyuşlarıdır bir yanıyla da.
Tarih sahnesi egemenlerin zulüm ve tiranlığına şahit olduğu kadar ezilen halkların, ulusların azınlıkların, inanç gruplarının, sömürülen sınıfların, cinslerin meşru mücadelelerine; yengi ve yenilgilerine de sahiplik etmiştir. Yeryüzü deryasında, değişik coğrafyalarda farklı özgürlüklere, farklı çelişkilere sahip olsalar da ezilen mazlum halkların kan emici muktedirlerle çarpışmaları geçmişten bugüne var olmuştur, olacaktır da. Bu denklemin açmazı ise, azınlık egemenlere karşı, öfkesi, başkaldırısı, tükenmeyen milyonların karşısındaki gücü git gide zayıflatan ve nihai olarak çürümüşlüğünde yok edecek devasa gücüdür.” Dönem dönem klik dalaşlarına bağlı olarak göstermelik demokrasi söylemleri gündemleşse de halklar nezdinde hiçbir kifayete sahip değildir. Çünkü kapitalist emperyalist sistemde ezilenler artık mücadelelerinin ivmelendiği, aşama kaydettiği her durakta ağır baskı, saldırı, tutuklama ve katliamlar ile karşı karşıya kalacaklarını faşizmin maskesiz silueti ile büyük bir kavgaya tutuşmak zorunda olduklarını çok iyi biliyorlar, tecrübelerinden öğrenmişlerdir.
Bu bilişle “muktedirlerin zulümlerini ve tarihimizi unutmayacağız” söylemleri kendi gök kubbemizde hoş bir seda olarak kalmamalıdır. Unutmamak gibi bir zorunluluğumuz var. Acılarımızı, toplumsal travmalarımızı, salt birer öfke bileyleyicisi olarak değil, tarihimizin gerçekleriyle olan bağımızı koparmamak ve gelecekte yeni dejavular yaşamamak için unutmamak zorundayız. Her yenilenen kuşakta; resmi ideolojinin kesit girdaplarının tortularını, ezilenlerin tarihinin argümanlarıyla silmeliyiz. Onların yerine hakikatleri açığa çıkartmak ve işret etmek gibi bir zorunluluğumuz var. Bu hakikatleri tanımak ve onlardan öğrenmek için.
Adeta kanla yazılmış olan ezilenlerin tarihinin hesabını yine ezilenler sömürülenler soracaktır. Bunun aksi bir yüzleşme beklentisi boş inançtır, bulanık bir bilincin yansımasıdır. Çünkü “yüzleşme”; kandan beslenenlerin varlık koşullarını ortadan kaldırma, bir yıkma ve yeniden yapma eylemidir.
Hatırlayalım şimdi;
Gülen yüzü ile hafızalarımızda yer eden esmer çocuk Berkin Elvan Gezi ayaklanmaları günlerinde polisin saldırısı sonucu yaralanmış ve 11 Mart 2014’te yaşamını yitirmiştir.
Doksanlardaki saldırı-imha konseptine dayanan zorunlu göç, köy boşaltmaları sonucu büyük şehirlerin çeşitli semtlerinde Aleviler, Kürtler, yaşamlarını yeniden kurdular. Faşizm bu politikasını bir “terbiye” aracı olarak devreye sokmaya çalışmış olsa da haksızlığın zulmün olduğu her yerde olduğu gibi karşısında direnişleri bulması da kaçınılmaz oldu. 1995 yılında Gazi Mahallesi’nde bir kahvehaneye yapılan saldırıcı sonucu yaşamını yitirenlerin ve bu olayın yankısı ile Gazi’de başlayıp başka semtlere yayılan direniş; devletin katliamcı niteliğince cevaplandı. Yirmi kişi katledilirken yüzlerce kişi yaralanmış ve tutuklanmıştı. Panzerlerin sokakları savaş alanına çevirdiği görüntüler ise hafızalarımızda hala tazedir.
16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde solcu öğrencilere yönelik saldırı düzenlendi. Bu saldırı sonucu Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, A. Turan, Baki Ekin, Cemil Sönmez yaşamlarını yitirdi ve kırk bir öğrenci de yaralandı. Yaşanan Beyazıt Katliamı’nda Gazi Katliamı’nda da Berkin Elvan’ın katledilişinde de yargılama süreçlerinde hiçbir yol katledilemedi.
Çok uzağımız değil, hemen başucumuz. Halepçe 16 Mart 1988 tarihinde yangın yerine dönmüştü. Baskı rejimi liderlerinden olan eli kanlı dikta Saddam Hüseyin, İran-Irak savaşı sırasında, Irak’ın kuzeyinde Kürtler ’in isyanını bastırmak için kimyasal gaz kullanılan bir hareketin gerçekleşmesi emrini verdi. Bu saldırı sonucu 3 binin üzerinde insan katledilirken 800’ün üzerinde ağır şekilde yaralanmıştır. Bu saldırı bölgedeki en büyük kimyasal saldırı olarak kabul ediliyor ki sonrasında bölge halkında pek çok hastalık meydana gelmiştir. Irak Yüksek Ceza Mahkemesi 1 Mart 2010 tarihinde soykırım eylemi olarak Halepçe Katliamını tanıdı.
Gençler, Aleviler, Kürtler… Hepsi de bozuk düzenin karşısında saf tuttu ve direnişleri ile muktedirleri tehdit ettiler. Tekçi faşist zihniyetin bu tehdittin karşısındaki hamlesi ise katliamlar oldu. Bugün de Boğaziçili öğrenciler direniyor, direndikleri için tutuklanıyor, mafyalar aracılığıyla tehdit ediliyor “kimlikleri bilinmeyenlerce” pek çok devrimci, yurtsever genç 90’lar tarzı kaçırılıyor, işkenceye uğruyor. Kürtler, kadınlar, sosyalistler, muhalif ve ezilen her kesimden kitleler direniyorlar ve direndikçe tehdit ediliyorlar, tehdit ediliyoruz. Neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek; içinden geçtiğimiz süreci doğru anlamlandırmak zorundayız. Bu süreçlerin doğru değerlendirmesi için neden ve sonuçlarını da doğru temelde irdelemeliyiz.
Bunu yaparken hakim sınıf politikalarını iyi okumalıyız. Her yeni döneme, koşullara göre yeniden yapılandırılan bu politikalar; uygulayıcısı olan siyasiler veya kotr-paramalitiler güçler aracılığıyla egemenlerin iktidarını muhafaza etmek için kurumsallaştırılmışlardır. Yakın süreçte de görüyor biliyoruz, faşist diktatörlüğün paramiliter güçlerini yeniden organize edip konumlandırıyor. Bu gerçekliğe vakıf olmak, karşılığını oluşturmamız açısından mücadelemizin araç ve yöntemlerini geliştirmek, daha işlerli kılmak için bizlere önemli veriler sunmaktadır!
Faşizmin katliam ve saldırıları sonucu yitirdiklerimizi saygı ile anıyoruz!
Maoist Komünist Parti
Dava Tutsakları
Mart 2021