SÜLEYMAN CİHAN

Doğum Yeri: Dersim – Ovacık – Hüllükuşağı köyü
Doğum Tarihi: 1947
Ölümsüzlük Yeri: İstanbul
Ölümsüzlük Tarihi: 29 Temmuz 1981
Kod Adı:
Konumu: Parti Genel Sekreteri

Süleyman Cihan,  İlk ve Ortaokulu Ovacık’ta bitirdi. Lise öğrenimini Elazığ’da tamamladı. 1973 yılında TKP(ML)’nin aldığı 1. yenilgi sonrası ilişkileri kopma noktasına geldi. 1974’te İstanbul’a geldi. Belli bir süre kurucusu olduğu Tunceli Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Başkanlığı’nı yürüttü. Aynı yıl  illegal mücadeleye atıldı ve Batı Anadolu Bölge Komitesi (BABK)’ne seçildi.

1976 yılında Koordinasyon Komitesi ayrılığından sonra, merkezi örgütlenmeye önderlik etti. 1. Konferans’ta MK Siyasi Büro üyesi seçildi ve Örgütlenme Komitesi’nde yer aldı.12 Eylül’le birlikte Süleyman Cihan her yerde aranır ve hakkında “vur” emri çıkartılır.

Bu yoğun saldırı döneminde 1981 Şubatında 2. Konferans başarıyla tamamladı. S. Cihan bu konferansta Genel Sekreterliğe seçildi. Silahlı gerilla birliklerinin oluşturulması 2. MK’nın en önemli adımlarındandı. Bunda S. Cihan’ın payı büyüktür. S. Cihan 28 Temmuz 1981 tarihinde yakalandı. Gayrettepe işkencehanelerinde “Kızıl Direnme Ruhu”yla büyük bir direniş göstermiştir. Onun göstermiş olduğu direniş karşısında acizleşen devlet, çareyi onu katletmekte buldu.

Sevmek en iyi şimdi… Dövüşmek yine şimdi*

Saklımız yok:
Apaçık bir meydan okuyuştan geldik bugüne
Uzun yürüyüşlerden ve ateşten geçip çok kuşatmadan
Çok kurşundan geldik bu akran yarası bu ay tutulmasına
Avunmasın dedik ağrımız meydan okuduk ölüme, saklımız yok!

Nasıl yazılsın ki silinip gitmesin


CİHAN’dan sözetmek için nasıl başlanır söze… Annesi, gözleri önünde kurşunlanan çocuğa adını vermesinden mi andını emanet ettiği dağ başındaki o gerillalardan mı. Nasıl,nasıl başlanır söze?

Bir şiirden emanet soruyla sorup duruyorsunuz; bu ömür nasıl yazılsın, bu ölüm, nasıl?

Ölüm, dağ kuşları kadar çıplak değil mi? Nereye saklanabilir ölüm, hangi gerekçenin ardına. Ya, nasıl yazılabilir?
CİHAN’ı düşünüyorsunuz; yeterince yazılamadığını… Yazılanların yetmediğini ve yetmeyeceğini ve sanki buza yazıldığını ve eriyip gittiğini. Gidenin ardından methiyeler ya da mersiyeler yazmanın ölümü ne tamamladığını ne de tanımladığını. Tanımlayamadığınız bir susuşla bıçaklayıp duruyorsunuz kalbinizden geçen acı ırmaklarını, ve orda durup bir şiire yaslanıyorsunuz; Sen yoktun…
Kirleniyordu ırmak çoğalıyordu geceGecenin sabaha yakın bir yeridir, işkence sonrasıdır. Sonrasıda derin acılardır ne ki direnilmişse onur yara sarıcıdır. Sonsuz acılar içinde onurunuza ve yaralarınıza yaslanıp direnişinizi biriktiriyorsunuz. O an bir fısıltı duyuyorsunuz birden; kan gibi çığlıklardan gelen bir direnişçi sizin

olduğunuz hücreye fısıldıyor. Dönüp bakıyorsunuz. Kim? Anımsamaya zaman yok. Zamanın en kısa anında CİHAN’ı anlatıyor fısıltı: Direniş sürüyor!

Süleyman Cihan yoldaş, “ben komünistim” diyor da, başka bir şey demiyor!

O an doğruluyorsunuz yaslandığınız yaralarınızdan ve direniş bildirgesi olan bu fısıltıyı alıp yüreğinize yazıyorsunuz. Apaydınlık bir şarkı olup sızıyor bu fısıltı, hücredekilerin saflarına, coşkulanıyorsunuz.
Cihan yoldaşla buluşup birlikte kaldığınız eve dönemediğiniz günün akşamından bu yana ondan ilk haber alışınız:

CİHAN yaşıyor!
CİHAN direniyor. Ve siz zaten onun direneceğini biliyorsunuz. O’nun nasıl direndiğini duymak sizin için yeni bir şey olmuyor. Ama bir şey tartışmasız olarak kendisini yeniden gerçekleştiriyor: Süleyman CİHAN ölüme an kala bir yerde de kimseyi yanıltmıyor; yoldaşları ve halkı biliyor ki, o direnecek. Düşmanı cellâtları biliyor ki, o direnecek. Beklenen ölümüne susmaktı.

Sustu.
Sanki yeryüzü sustu o an; en güzel şarkıyı söylemek üzere sustu.
Sonra, durup düşünüyorsunuz; bu susuş nasıl yazılsın ki, bu silinip gitmesin ..
En sevdiğim memleket yeryüzüdür
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi
Dedi bu enternasyonal yürek ve ardın sıra söylensin ve durmaksızın çoğaltsın diye şarkısını proletaryaya adını ve çocuklara ve eşkâlini dağlara emanet edip, sustu.

O, komünistti.
Tanrılardan ateş çalmıştı. Prometheus ya da darağacında bile boyun eğmeyen mağlupların tarihimize armağanıydı. Haklıların usanmazlığıydı ve ütopyasını yitirmeyen ısrarı .. Çocukluğundan taşıyıp getiriyordu ayaklanışçı Dersim mağluplarının yaralarını ve haklılıklarını ve uslanmazlıklarını. Ayaklanış ve yenilgi ve ölüm küllerinden kendisini yeniden yaratan Anka Kuşu olup yaralarını sarıyordu mağlupların. Sufle veriyordu yine daha haklı bir ayaklanış ve gelecek için. Bu uğurda yüreğini çıkarıp orta yere koyuyordu. 73 Mayıs’ında bir armağan gibi korunsun ve çoğaltılsın diye halka ve tarihe emanet edilen direniş geleneğinin üstlenicisiydi.
Bu ülkem, diyordu,
Bunlar dağlarım, ve işte nabzım!

O, önder bir komünistti.
Ömrünü ölümle ifade etmekten kaçınmayan bu komünist önderin mücadele kanıtlı temel çağrısı ihtilal ve nihai amaç için hiçbir koşulda ödün vermemekti. Bu anlamda mücadele pratiği hayata, parti ve devrime karşı sorumluluğun asla ertelenmediği bir kararlılıktı. Paylaşımcıydı çünkü komünistti. Teorik felsefi formasyonunu daha derinleştirmeye zaman bulamayacak kadar mücadele sıcağının ve ilişkin sorunların içinde sonsuz çalışkan ve alçak gönüllüydü. Bir uzun yürüyüşten geliyordu; direniş geleneğinden, türkülerinden, yenilgilerden, miting ve işgal ve ayaklanıştan geliyordu. Gelip TKP(ML) saflarında kendisine yer açıyordu. Sıra neferiydi. Yürüyor ve safların önünde yer almaya başlıyordu. Unutamıyorsunuz; yıl, 1976’dır. KK hizbinin partiden tasfiyesi ve partinin yeniden merkezi, örgütsel inşaası gerekmektedir ki, Süleyman Cihan yoldaş böylesi bir anlamlı çabanın önderidir. Parti’nin ’78’deki 1. Konferans’ında da MK üyesidir. Süleyman CİHAN, gösterişsiz ama ödünsüz kişiliğiyle yaşamın ve örgütlü mücadelenin ilişkin cephelerine kendisini bir bildiri gibi sürmeye devam etmektedir. Faşizmin kendisi hakkındaki “vur” emri onu mücadelenin sıcağından geri çekemez. Mücadele sürüyor. Parti içindeki tasfiyeci eğilimlerle de mücadeleyi sürdürürken çeşitli gerekçelerle partiden kopan ya da koparılmış devrimcilerin yeniden partiye ve devrime kazanılmasına özel bir önem veriyor. Çünkü sadece devrim dalgasının geri çekildiği dönemlerde değil, yükseldiği dönemlerde de böyle bir kan kaybına tahammül olmayacağının ayrımındadır. Partili olmayı bilince çıkarmış ve bir yaşam tarzı olarak benimsemiş önder bir komünisttir o. Ki, 12 Eylül AFC günlerinde de bu tavrı mücadele pratiği kanıtıyla orta yerdedir yine. O koşullarda bir yandan partinin 2. Konferansı’nın sağlıklı bir şekilde başarılması için mücadele ederken diğer yandan mücadeleden kopuşlara ve tasfiyeci, mücadele kaçkını eğilimlere karşı tavrın önderliğini yapıyor. Ve Askeri Faşist Diktatörlüğün yoğun takibi ve baskısı altında başarılan Parti 2. Konferansı’nda MK Genel Sekreterliği’ne seçiliyor.

Amansız bir takibat ve ardınıza düşürülmüş “vur” emri ile giderek daha daraltılan kuşatma ortasında mücadeleyi sürdürüyorsunuz. Çünkü, sosyalizme inanıyorsunuz. Devrime inanıyorsunuz. Partiye ve onun önderi Cihan yoldaşa özellikle çok inanıyor ve güveniyorsunuz. Bu güven bütün kanıtları ve yalınlığıyla orta yerde. Örgütsel darbelere, yakalanma ve ölümlere karşı direniyorsunuz. Direnmek yaşamın ilişkin cephelerinde daha sonsuzlaşan bir haklılık oluyor. Saflar daha keskinleşiyor ve artık söze yer bırakmazcasına yaşam gerekli ayrıştırmaları yapıyor. Direnenler yaşamın her cephesinde komünist olmanın onurunu ve gururunu yaşarken, bedelini da canları pahasına ödemekten kaçınmıyorlar. Dağda, zindanda, gecekondularda, faşist cuntanın terörü sınıfın ileri unsurlarını ve daha özelde komünist önderleri doğrudan ve ayrımında olarak hedef alıyor. Devrimci hareketler ağır darbeler alıyorlar ve pek çok komünist-devrimci-yurtsever insan öldürülüyor. Süleyman Cihan

yoldaş ise uzun yıllardır ardından sürüklediği vur emriyle alay edercesine önder konumuyla mücadeleyi sürdürüyor. Ama kuşatma daralıyor. Süleyman Cihan yoldaş özelinde, vur emriyle aranmasının ötesinde kendisiyle ilişkide olabilecek her insan cunta tarafından yoğun baskılar altında tutuluyor.

O günlerde, ve unutamıyorsunuz; tartışmayla değerlendirilmiş bir gecenin sabaha yakın bir yerinde Cihan yoldaş cebinden bir fotoğraf çıkarıyor. Bakıyorsunuz, zarif giysiler içinde 8-9 yaşlarında güzel bir kız çocuğunun fotoğrafı bu. Anlıyorsunuz; faşist cuntanın Cihan yoldaşa karşılık rehin aldığı kız çocuğudur bu. Cihan yoldaşın sevgili Eylem’i… duygulanıyor Süleyman Cihan uzun uzun bakıyor ve ardından başka bir odaya geçip kimi fotoğrafları yakıyor. (…)

Unutamıyorsunuz.

Bu kuşatmayı yarıp geçmek gerekiyor. Buna inanıyorsunuz. O sırada ülkeyi terkedip gitmeyi kesinlikle doğru bulmuyor olsanız da CİHAN yoldaşa bir öneride bulunuyorsunuz. Bunu  doğrudan söylemiyor ama başka bir gereksinmeyle gerekçelendiriyorsunuz; yurt dışındaki parti örgütlenmesini disipline etmek, tasfiyecilerin etki alanlarını daraltmak ve enternasyonal yükümlülükleri doğrudan tartışmak için bir süre  yurtdışına çıksan…Hayır, diyor; “Orada ilgili yoldaşlarımız var. Ben buradayım” diyor ve başka birşey demiyor. Her şey bu kadar kesin. Unutamıyorsunuz. O gece partinin belirlediği mücadele taktiklerinin TKP(ML)’nin 72 programatik görüşlerinden değil daha çok ülke devrimci/politik gündemi ele geçirmiş sağ oportünist yaklaşımlardan etkilendiği şeklindeki bir eleştiri de tartışılıyor, ve devrimci savaşı örgütlemek için geliştirilmesi gereken örgütlenme ve mücadele taktiklerinin neler olabilceği. Ne ki, CİHAN yoldaş kendisini bir kaygıdan kurtarıp bu olaya tam katamıyor; çünkü sabah olur olmaz birisine gitmek ve ondan, sorgudaki birinin gönderdiği haberin detaylarını öğrenmek gerekiyor. Parti yeni ve ciddi bir darbeyle karşı karşıya. Buda uzun uzun tartışılıyor. Ve sonunda Süleyman Cihan yoldaşın değil, onun göndereceği bir arkadaşın o şahsa gitmesi ve bilgiyi alması tavrı oluşuyor.

Sabah oluyor, birlikte çıkıyorsunuz evden. Ayrılmadan öncede gece konuşulanların güne ilişkin kısımlarının uygulanmasıyla ilgili konuşuyorsunuz yine. Endişelisiniz çünkü, kalkıp kendisi gidebilir. Anımsatıyorsunuz, yanıtlıyor; beni sağ ele geçiremezler, diyor; sağ ele geçirirlerse de sağ bırakmazlar…
Bunu çok iyi biliyor ve ürperiyorsunuz.

Akşam oluyor. Belirlenen saatte belirlenen yere geliyorsunuz ki, birlikte eve dönesiniz ve gelişmeleri değerlendiresiniz…

Gelemiyor CİHAN yoldaş.Artık gelemeyeceğini anlıyorsunuz. Ve bekleyiş kanlı bir çığlık gibi giriyor araya.

Dönüyorsunuz;
Döndüm eve fotoğrafını yaktığın yerde duruyordu küller küller

(Unutamıyorsunuz; ele düşmüşsünüz. Uzun işkence günleridir. Gözleriniz kanlı gözbağlarıyla kapalı olarak işkence merkezinin bilmem kaçıncı katına çıkarılıyorsunuz ve orada söyleniyor size: Süleyman CİHAN kendisini buradan attı ya da attık, her neyse… Akıbetin aynımı olsun? Ölüm kadar kesin bir acıdır o an duyduğunuz; bir gözdağı da olabilir söylenen. Ama ya doğruysa? Çok zaman sonra öğreniyorsunuz ki, ölüm girmiş yoldaşınızla aramıza.. Artık unutamıyorsunuz)

O, komünistti.

Esir düşmüş ama teslim olmamıştı. İşkencede bir ihtilal bildirgesiydi ve enternasyonal belgenin bayrak taşıyıcısıydı:

Serbama wahto mardayno mıka!
O, Komünist bir önderdi.

TKP(ML)’nin kurucusu ve önderi Kaypakkaya’nın emanet ettiği repliğin onurla üstlenicisiydi. Komünist olmanın onuru ve gururuyla ölürken de;

Ben komünistim, dedi.

Eşgali dağlara yakıştı…

Sevmek en iyi şimdi… dövüşmek yine şimdi
Sol yanı göğsümüzün bir daha unutmaz seni


*Bu yazı Çetin Pir’in Halk Demokrasisi dergisinden yayınlanmış bir makalesinden alınmıştır. ( Eylül-Ekim 1991 Yıl: 2 Sayı: 9 Sayfa:. 5

Yıldızlar ve sular tanıktır
Aç ve kavruk bir memeden
Direnmeyi yudum yudum emen
Bir çocuk gibi öğrendik
Ve direndik
Ordular kurduk türkü renklerinden
Bütün ağıtları bir hücumda yendik
Acıya kurşun işlemez artık
Biz yaşamayı zulümsüz sevdik