Emperyalist kapitalizmin blokları arasında, dünya üzerindeki hegemonya alanlarını genişletme ve sömürülerini derinleştirme yönelimlerine bağlı olarak ezilen sınıflara, uluslara dönük katliam ve saldırganlıkları her geçen gün artmaktadır. Özellikle vekalet savaşları olarak adlandırabileceğimiz ve arap baharının başladığı gönden buyana derinleşerek süren Ortadoğu coğrafyasındaki savaş bütün şiddetiyle-yıkıcılığıyla sürmektedir. Başını ABD ve Rus emperyalizminin çektiği coğrafyadaki burjuva devletlerinde sürdürücüsü olduğu hegemonya savaşı, bölge halklarına her yeni gün katliam ve insanca yaşam araçlarından mahrumiyet olarak yansımaktadır. Suriye, Yemen, Irak, Mısır, Libya başta olmak üzere bütün Ortadoğu coğrafyası mezhep savaşları vs. adı altında emperyalist devletlerin direk desteği ile bura egemen burjuva sınıfları tarafından kan gölüne döndürülmüş durumda, her gün yüzlerce insan öldürülmekte, sürgünlere tabi tutulmakta ve coğrafyanın sınırları her gün yeniden çizilmektedir.
Ortadoğu ekseninde cereyan eden emperyalistler arası hegemonya savaşı her gün yeni gelişmelere de sahne olmaktadır. Yakın zamanda özellikle petrol gemilerine el konulması karşısında İran ve İngiltere-ABD arasında restleşmeler ve karşılıklı hamleler yapılmıştır. İran’a yaptırımlar sonucu petrol ihracı ve özelde İran’ın bölgedeki etkinliğini azaltmaya dönük ABD’nin başını çektiği blokun hamleleri, Cebelitarık Boğazında İngiltere’nin, İran’a ait bir gemiye, Suriye’ye dönük ambargoyu deliyor gerekçesiyle ele koyması sonucu, İran’ın da karşılık olarak Hürmüz boğazında İngiltere’ye ait petrol tankerlerine el koyması ve bütün dünyayı Hürmüz boğazından yapılan petrol sevkiyatlarını kesmekle tehdit etmesi, gerilimin artmasına neden oldu. Her ne kadar ABD bunu fırsat bilerek İran’a karşı bir işgal koalisyonsu kurma ve Hürmüz Boğazını denetime alamaya dönük girişimde bulunsa da, Rusya’nın da devreye girmesiyle ABD istediğine ulaşamamıştır. İngiliz ve ABD emperyalistleri gerginliği tırmandırmaya dönük bölgeye savaş gemilerini yönlendirseler de ciddi bir gelişme yaşanmamıştır. Daha çok askeri saldırganlık tehdidi ile İran’a geri adım attırılmak istenmiştir. Karşılıklı tehditlerin sürdüğü bir ortamda İran karşı hamle yaparak Suudi Arabistan’ın en büyük ve dünyanın da en önemli petrol üretim tesislerini Yemen‘deki Husiler eliyle SİHA’lar ile vurmuştur. Bu hamle İran ve içerisinde bulunduğu Emperyalist bloğun ABD’nin başını çektiği Emperyalist bloğa karşı önemli bir darbesi niteliği taşımaktadır. Esasta bölge petrolleri üzerinde hakimiyet kurmaya dayalı bir savaş sürüyor olsa da yaşanan bu gelişmeler diğer Emperyalistlerce kaygıyla karşılanmıştır. Dünyada Kapitalist üretimin büyük çoğunluğu hala enerji ihtiyacını petrole dayalı gerçekleştirdiğinden İran’ın yaptığı bu hamlenin petrol fiyatlarının artmasına ve petrole bağımlılığın getirdiği üretimin gerilemesi kaygısı şimdilik gerginliğin azalmasına neden olmuştur. Yine de yakın zamanda yeniden bu tip gerginliklerin yaşanacağı anlaşılmaktadır. Son kertede İran’ın Hürmüz Boğazı üzerindeki hakimiyeti ve bölge devletleri ile oluşturduğu Şii koridoru emperyalistlerin sürekli son vermek isteyecekleri bir durumdur.
Yakın sürecin diğer bir önemli gelişmesi de Suriye rejim güçlerinin Rusya’nın desteği ile İdlib bölgesindeki cihatçı yapılara (bu yapılar Türk hakim sınıflar devletinin kontrolündedir) dönük gerçekleştirdiği saldırılardır. Rusya’nın hava saldırıları ile desteklediği Suriye rejimi güçlerinin de kara birlikleri ile saldırıları sonucu cihatçı yapıların elinde bulundurduğu belirli yerleri ele geçirmişlerdir. Bu gelişmedeki en önemli faktörlerden biri de bu bölgede işgal noktaları bulunan Türk devletinin kimi askeri üslerinin ele geçirilen bu bölgelerde Suriye rejim güçlerinin çemberi içerisinde kalmış olmasıdır. Bilindiği üzere Türk devleti bölgede çok sayıda gözlem noktası adı altında askeri üsler kurmuş, öte yandan bölgede konumlanan cihatçı yapıların garantörlüğü- korumalığını üstlenmiştir. Rusya, İran ve Türkiye arasında imzalanan Soçi mutabakatı gereği Türkiye bu bölgedeki cihatçı yapıların tasfiyesini üstlenmiş fakat kendisine sunulan zamanda bu işlevi yerine getiremeyince Rus ve Suriye rejim güçlerinin karşı saldırısıyla Türk devletinin bölgede cihatçıları koruması bir yana kendi askeri güçlerini dahi koruyamayacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Soçi de varılan anlaşma gereği Türk devleti buradaki cihatçı yapıları ağır silahlardan arındıracak ve bölgeden radikal grupların çıkarılmasını üstlenecekti, her ne kadar Türk devleti bölgedeki bu cihatçı yapıları sahada söz söyleyebilme ve geliştireceği yeni işgallerin piyade gücü olarak kullanmayı hedeflese de bu gün açısından Suriye rejim güçlerinin hamlesi Türk devletinin bölgedeki varlığını ve cihatçı yapılar üzerindeki hakimiyetini zora sokan bir durum yaratmıştır. Rus ve Suriye rejim güçlerinin saldırıları karşısında Türk devleti cihatçılara yardım edebilmek için belli adımlar atmaya çalışsa da Rusya en sert biçimde cevap vermiş ve Türk devletinin askeri yardım konvoyunu uçaklarla vurmuş, durdurmuştur. Gelinen aşamada Rus ve Suriye rejim güçlerinin sınıra kadar İdlib, Bap ve Cerablus hattındaki Türk devleti himayesindeki cihatçı yapıları ve Türk üslerini temizleyeceği, bölgenin denetimini eline alacağı anlaşılmaktadır. Bu süreç çok hızlı ilerlemese de Rusya bu denetime alma sürecinde Türk devletinden koparacağı bütün tavizleri koparma ve üzerinde hakimiyetini derinleştirmeyi sürdürecektir. İdlib de köşeye sıkışan Türk devleti elindeki mülteci kartını kullanarak AB emperyalistlerini tehdit etmiş ve bu cihatçıları Rojava Kürdistanı’nı işgalinde kullanma ve buraya yerleştirmede ikna etmeye çalışmıştır. Bu ikna çalışmalarını BM genel kurulun da bir müteahhit edasıyla Erdoğan tarafından sürdürülmüş ve görünen o ki başarılıda olunmuştur. Uzun zamandır Rojava sınırına askeri yığınak yapan Türk devleti en sonunda AB – ABD emperyalistlerinden gerekli izini almış ve işgal saldırılarına başlayacağını ilan etmiştir. Sınırlı bir işgal gibi yansıtılmaya çalışılan durumun sonuçlarının nasıl olacağı kestirilememektedir. ABD bir yanıyla bölgede daha güvenilir olan egemen bir burjuva ulus devlet ile ittifakını sürdürme istemini netleştirmiş ve ileride İran’a yönelik gerçekleştireceği saldırıda Türk devletini kullanacağını teyit etmiş öte taraftan Kürtleri hizaya getirmek için işgalin önünü açmıştır.
Dünya genelinde de emperyalist savaş ve neoliberal ekonomik politikalar ile dünya proletaryası ve ezilen sınıfları üzerinde baskı, sömürü cenderesi gün be gün arttırılmaktadır. Emperyalizmin çok uluslu tekeller biçiminde örgütlendiği bir aşamada, dünyada kapitalist üretim ilişkilerinin girmediği en ufak bir yerleşim bölgesi kalmadığı gibi bu kapitalist düzenin etkilemediği, yıkıma tabi tutmadığı coğrafya da neredeyse kalmamıştır. Başta iklim sorunu kapsamında gezegendeki canlı yaşamının varlığını sürdürememesi ile karşı karşıya kaldığımız gerçekliğini yaşıyor olmakla beraber, dünya üzerinde kapitalist sınıfa ait olmayan her insan ve diğer formlardaki canlı türleri azgın bir sömürü cenderesi altında yok olmaya doğru sürüklenmektedir. Dünyada yaşayan insan ve hayvan türleri arasında sömürüye tabi tutulma ve katliama uğramada nitelik ve niceliksel olarak bir fark kalmamıştır. İnsanlarda dahil bütün canlı türleri her gün doğal yaşam alanlarının tahrip edilmesi, savaşlar yada kapitalist sömürü için katledilmekte ve türler yok edilmektedir. Dünya genelinde iklim değişikliğine karşı grevler organize edilmekte, doğanın kapitalist sınıf tarafından azgınca sömürülmesine ve diğer canlı yaşam formlarının katliamına karşı kitleler sokaklarda tepkilerini dile getirmekte, toplumun geri kalanını bu azgın sömürüye karşı durmaya çağırmaktadır. Proletarya ve ezilen sınıflar emperyalist kapitalizmin sınıfsal, ulusal ve cinsel sömürüsüne karşı mücadelesini yükseltmesi yanında bu gün güncel ve her gün yakıcı olarak yaşanan doğanın sömürüsüne ve diğer yaşam formlarının yaşam haklarını savunma göreviyle de karşı karşıyadır. Emperyalist kapitalizmin canlı yaşamını yok olmaya doğru sürüklediği bu zamanda anti emperyalist – anti kapitalist birlikler ve çeşitli milliyetlere mensup ezilenlerin ittifakları, sömürüye karşı birlikte mücadelelerin geliştirilmesine her zamankinden daha acil ihtiyaç vardır.
Uluslar arası alanda yaşanan gelişmeler Türkiye-Kuzey Kürdistan‘da da yansımasını bulurken, içeride de Türk hakim sınıf klikleri aralarındaki dalaş ve çatışmaları derinleşerek sürmektedir. Türk hakim sınıflarının yayılmacılığa dayalı yeni Osmanlıcı işgal ve ilhak saldırıları gündemde ilk yerini korumakla beraber , iktidardaki büyük ortak faşist Erdoğan ve partisinin iç parçalanmaları ve her geçen gün kitle desteğinin azalması da önemli gelişmelerdendir. 17 yıllık iktidarı boyunca kitlelere daha fazla refah ve demokrasi vaadiyle iktidarda kalmayı başaran AKP bu gün gelinen aşamada iç birliğini dahi sağlayamaz bir vaziyette çözülmeye başlamıştır. 17 yıl boyunca TKK ezilenlerine derin bir yıkımı ve sömürüden başka bir şey vermeyen AKP bu gün yerel seçimler sonrası gerileme dönemine girmiştir. Ortağı cemaat ile girdiği çatışma sürecinde bir hayli yıpranan ve kan kaybeden AKP bu süreçte Türk hakim sınıflarının diğer kliği olan MHP ve ulusalcı olarak adlandırılan Ergenekoncu Kemalist klik ile ittifak kurarak bu süreci atlatmıştır. O güne kadar demokrasi, barış vb. çeşitli argümanlar ile geniş kitle desteğini alabilen AKP o günden sonra başta Kürtler – devrimci demokratik kesimler olmak üzere, toplumun geniş bir kesimine karşı savaş ve tasfiye süreci başlatmış, bu tarihten sonra bölgesel yayılmacılığı merkeze alan milliyetçi bir hatta oturmuştur. Geliştirdiği bu politika ve ittifaklar AKP içinde kopmaların ve tasfiyenin de köşe taşlarını dizmeye başlamıştır. Faşist rejimin bütün toplum üzerinde yansımalarını bulması AKP içerisinde de dengelerin buna göre değişmesini beraberinde getirmiştir. Ezilen emekçilerin üzerinde sallandırılan faşist baskı unsuru AKP içerisinde de tekçiliği ve Erdoğan’a yakın kesimlerin daha fazla palazlanacağı, sömürü çarklarını daha fazla genişletecekleri bir durum yaratmıştır. Gerek MHP ve ulusalcılarla kurulan ittifaktan rahatsız olan ve bunların iktidarda daha önce kaybettikleri mevzileri yeniden kazanmasına karşı olanlar, gerekse Erdoğan ve çevresinin sömürü çarkından giderek daha fazla pay almasından rahatsız olanlar bu gün kopuşlarını ilan etmişlerdir. Öte yandan son yerel seçimlerden önemli bir yenilginin alınmış olması, belli başlı bütün büyük şehirlerin kaybedilmesi, bunu sonucu olarak buralardan AKP ve sermayesine akıtılan kaynakların kesilmesi geminin su alamaya başladığının önemli işareti ve kopuşun hızlanmasını sağlayan en önemli faktördür. Başını Gül – Babacan ve Davutoğlu’nun çektiği aynı zamanda AKP’ in kurucuları arasında da olan bu kesim yakın zaman da parti kuracaklarını da ilan etmişlerdir. Kopan bu kesimlerin AKP ye bir alternatif olarak çıkamayacakları belli olmasına karşın önemli oranda AKP yi zayıflatacakları da anlaşılmaktadır.
AKP den bu kopuşlar erken seçim tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Kurulacak bu yapılar AKP’nin ilk kuruluş aşamasındaki politikaları ile kitlelere gideceklerini söyleseler de mevcut politik atmosferde başarılı olmaları pek muhtemel değildir. Başını Davutoğlu’nun çektiği klik daha çok muhafazakar-dindar politik yönelimdeyken, Gül – Babacan kliği ise liberal politikalar ile kitlelerin karşısına çıkmaya hazırlanmaktadır. Yerel seçimlerden bu yana ufak ufak ısıtılmaya çalışılan erken seçimler yakın zamanda gerçekleştirilebilir. Bunda en belirleyici olacak olan iktidardaki AKP – MHP faşist kliğinin yaklaşımı olacaktır. Hali hazırda bugün olası bir erken seçimde bu kliğin yeniden iktidara gelmesi mümkün görülmemektedir. Bunun içindir ki özellikle HDP ekseninde toparlanmış Kürtler ve devrimci ilerici güçlere dönük baskı sindirme politikaları her geçen gün artırılırken, toplumun geniş kesimine dönük de milliyetçi faşist propaganda pompalanmaktadır. Her gün ülkedeki diğer milliyetlerden halklar ve mültecilere dönük linçler organize edilmekte, Başur ve Rojava Kürdistanına dönük işgal propagandaları yapılmaktadır. Muhalefetteki diğer burjuva faşist partiler şimdilik erken seçimi istemeseler de, bir erken seçim için de hazırlık yapmaktadırlar. Yerel seçimler sonrası özellikle CHP olası bir erken seçime en hazır parti olarak görülmektedir. Yerel seçimlerde yakaladığı başarı ve öz güven uzun yıllar sonra yeniden iktidara gelme umutlarını yeşertmiştir. Önemli bir ayrıntıda CHP heyetlerinin yerel seçimler sonrası yaptığı yurt dışı gezileri, IMF ile görüşmeler vs. Emperyalistlerin olası bir AKP den vazgeçmeleri sonrası CHP’nin iktidar için hazırlandığını işaret etmektedir. Önemli bir husus da emperyalistler eğer bir erken seçime olur verir ve AKP – MHP faşist ittifakından vazgeçerse en yakın ihtimal CHP’nin öncülüğün de İYİ Parti’nin de dahil olacağı bir koalisyonun iktidara getirilmesidir. Bu süreçte ne AKP den kopanların nede diğer partilerin tek başına iktidar şansları bulunmamaktadır.
AKP-MHP faşist ittifakı yerel seçimlerden yenik çıktıktan sonra her geçen gün eriyişinin önüne geçememektedir. Ülkenin ekonomik durumunun her geçen gün kötüye gitmesi ve bunun ezilen sınıflar üzerinde daha da fazla hissedilmesi, faşist baskı yasalarının kitlerin üzerinde her gün daha fazla uygulanması ve kitlerin buldukları her fırsatta bu baskıyı savuşturma gayretleri AKP- MHP faşist ittifakına daha fazla ileri gidemeyeceklerini, politikalarının artık kitlelerde karşılık bulmadığını, kitlelerin son yerel seçimde de görüldüğü gibi başka yerlere yöneldiğini ve iktidarın gidici olduğunu görmektedirler. Bundandır ki elinde kitleri aldatabilecekleri ve politikalarına yedekleyebilecekleri tek argümanları milliyetçiliği her gün farklı biçimlerde pompalamaktadırlar. Bu kapsamda iktidarını gidici olduğunu gören faşist Erdoğan Bahçeli ittifakı, gerek kendinden kopuşları büyümeden durdurmak, gerek kopanların daha toparlanıp kendisine alternatif hale gelmeden, sınır ötesi işgal harekatı ile baskın bir seçime gidip yeniden iktidarını pekiştirmek istemektedir. Bu işgal harekatının ilk adresi de Rojava Kürdistanı’dır. Bilindiği üzere Erdoğan- Bahçeli faşist ittifakı uzun zamandır Fırat’ın doğusunu ve oradaki Kürt oluşumunu bir şer odağı olarak kitlelere sunmakta işgalin kitlelerce desteklenmesinin zeminini yaratmaya çalışmaktadır. Bu günlerde Emperyalistlerin de işgale yeşil ışık yakması ile Türk hakim sınıfları top yekun bir uzlaşı ile Rojava‘yı işgale hazırlanmaktadır. Sonuçlarının ne getireceği çok kestirilemese de iktidardaki mevcut AKP-MHP faşist kliğinin bu işgalden karlı çıkmayı amaçladıkları bilinmektedir.
Özel bir parantez açmak gerekirse işgali koşullayan önemli gerekçelerden biri de AKP’nin mevcut ekonomik krizin getirdiği kaynakların kısılması ve yerel seçimleri kaybetmesi sonrası kendi sermayesini besleyecek kaynak bulmada zorlandığı gerçeğidir. Varlık fonu, işsizlik fonu, işçi emekçilerden kesilen bil cümle fonun akıtılması ile bu sermayenin beslenmesi artık iyice zorlaşmıştır. Geçmişte kamunun yerel hizmetlerinin peşkeş çekilmesi usulü ile doyurulan bu sömürücü kesim, yerel yönetimlerde büyük rant kaynağı olan büyük şehirlerin kaybedilmesi ile bu gün muslukların kesilmesi sonrası önemli bir kaynağını yitirmiştir. Kuruluşundan beri AKP’yi var eden sermaye daha çok inşat, toptan gıda, enerji ve savaş gereçleri imalatı üzerinde bulunmaktadır. Büyük çoğunluğunu KOBİ’lerin oluşturduğu sermaye gurubu bu alanlardaki üretim ve hizmetlerin esasını gerçekleştirmektedir. Son BM genel kurulunda da görüldüğü gibi, Erdoğan’ın pazarladığı 3 katlı bahçeli villaların aslında Rojava işgalinin neden gerçekleştirilmek istediğini de apaçık ortaya sermektedir. Bir beka meselesi olarak geniş kitlelere propaganda edilen meselenin kendisi AKP – MHP faşist ittifakını ayakta tutan sermayenin, beslenip büyütülmesi için mazlum Kürt ulusu ve diğer milliyetlerden ezilenlerin katliam, saldırganlık ile soykırımdan geçirilmesinden başka bir şey değildir.
Türk hakim sınıfları ve onun iktidardaki kliği olan AKP – MHP faşist ittifakının işgali başlatma adımları emperyalistlerden bağımsız düşünülemez. Her gün ekranlardan Erdoğan ve ittifakın ideolojik önderi küçük ortak Bahçeli – Perinçek tarafından bağımsız devlet, bölgede söz sahibi güçlü devlet, anti Emperyalist vs. safsataları kitleleri maniple etmek için dillendirilse de gerçekliğin başka olduğu, Türk hakim sınıflarının Emperyalizme göbekten bağlı olduğu ve Emperyalistlerden bağımsız adım dahi atamayacağı bilinmektedir. Bu bağımlılık ilişkilerinden kaynaklıdır ki uzun zamandır efendilerinden işgal saldırısı gerçekleştirmek için icazet alma gayreti içerisindedirler. Bu gün açısından bu icazeti aldıkları görülmektedir. Türk hakim sınıflarının bu işgali Emperyalistlerin icazeti olmadan,olamayacağı gibi bölgede geliştirdiği işgaller de ( Bab, Cerablus, Efrin, İdlib, Hakurke, Haftanin) Emperyalistlerin oluru alınmadan gerçekleştirilen işgaller değildir. Bilakis ismi geçen bölgelerde Türk hakim sınıfları ve onun kontrolünde faşist yapıların bulunması ABD Emperyalizminin, İran’ı kuşatma ve bölgede hegemonyasını derinleştirmesine hizmet etmektedir. Bu anlamıyla başta Kürt ulusu olmak üzere bölgede yaşayan diğer ezilen halkların kurtuluşlarının kendi öz gücü ve demokratik yönetimlerini inşada olduğunu bilince çıkarmaları gerekmektedir. Her ne kadar ABD emperyalizmi ile zorunlu ilişkiler geliştirilmiş olsa da aslında İŞİD faşizmini yaratanın da ve şimdiki faşist Türk hakim sınıflarının işgaline ön ayak olanında Emperyalistler ve onların uzantıları olduğu anlaşılmalıdır. Bölge halklarının başta faşist işgal ve bölgesel faşist kuvvetlere karşı olmak üzere antiemperyalist, antikapitalist, antifaşist bir birlik ve yönetim kurmaya ihtiyaçları olduğu da anlaşılması gerekendir.
AKP-MHP faşist iktidarının bölgesel ve yerel saldırganlıkları katmerlenerek devam ederken, bunun karşısında kitlelere öncülük önderlik yapmakla görevli devrimci, demokratik güçlerin durumu da bir hayli dağınıktır. Faşist baskı ortamında küçük çaplı kımıldanışlar olsa da bunlar hala büyük bir güce dönüşme yöneliminden uzaktır. Özellikle son yerel seçimler sonrası yaşanan saflaşmalar ve HDP nin CHP ile karşılıksız kurduğu demokrasi ittifakı yönelimi önemli bir dağınıklığı ve bilinç bulanıklığını da beraberinde getirmiştir. Başını HDP içerisindeki liberal kesimlerin çektiği ve devrimci güçlerinde yedeklendiği CHP ile kurulmaya çalışılan demokrasi ittifakı yönelimi yakın zamanda özellikle devrimci saflarda önemli bir tehdit durumundadır. Hali hazırda güçlerini toparlayıp örgütleme konusunda sıkıntı yaşayan bir devrimci hareket realitesi varken, HDP‘ nin bu yönelimi ile beraber düşmanın artan saldırıları, hem devrimci hareketin kitle tabanının CHP ye yedeklenmesine hem de kitlelerin bu yönelimine bağlı olarak devrimci saflarda tasfiyeci rüzgarların esmesine neden olacaktır. Uzun yılların militan kitle mücadelesinin getirdiği birikim, örgütsüz olma gerçekliğinden ötürü bugün liberal politik yönelimin kurbanı olarak düzen partilerine yedeklenmek ile karşı karşıyadır. Elbette ideolojik olarak dik duranlar ve geliştirilen tasfiyeci rüzgara karşı kendi politik- pratik hattını örenler bu süreçte hem kitleselleşmenin hem de safları sağlamlaştırmanın yollarını açabilir-açmalıdırlar. Hiç kuşku yok ki bu burjuva kuşatmanın alternatifi ve kitleleri kucaklayıp kurtuluşa seferber edecek olan devrimci politik yönelimlerdir. Bunu somut olarak söyleyecek olursak öncelikle hareketimiz ve devrimci güçler kazandıkları meşru zeminleri korumalıdırlar. Bu meşru zeminler yani mücadelenin kazanımları olan mevziler güçlendirilip yaygınlaştırılmalıdır. En geniş kitleleri bağrında biriktirme yeteneğine sahip mevzilerimizin toplumsal kurtuluşa doğru adımlanan yolda önemli araçlarından biri olarak kitlelerle daha fazla buluşturulması ve kendi kurumsallaşmalarını, kadrosunu, politikalarını derinleştirmeleri sağlanmalıdır. Kazanımlarımızın devrimin hizmetinde güçlü araçlar ve kitleler için çekim merkezleri olması sağlanmalıdır. Kendi kazanımlarını dahi savunamayan bir duruş kitlelere önderlik etmede yada kitleleri saflarında biriktirmede yetersiz kalacaktır. Kitleler kazanımların etrafında birikeceği gibi bu kazanımların korunması onları şevklendiren ve mücadelede öne çıkmalarını sağlayan bir rolde oynayacaktır.
Diğer bir husus da kitlelerin gelişmekte olan ve gelişecek olan hareketlenmelerine öncülük ve önderlik yapabilecek devrimci bir odağa olan ihtiyaçtır. Son yıllarda faşist baskının tırmandırıldığı ve kitlelerin büyük oranda sindirilerek mücadelenin geri çekildiği aleni bir gerçektir. Sınıf hareketleri cephesinden lokal kımıldanmalar olsa da bu kımıldamaları ortak bir potada biriktirerek ileriye doğru seferber edip güç haline getirecek bir merkezden bahsedemeyiz. Bu durum sınıf mücadelesinin öncü özneleri tarafından üstesinden gelinmesi gereken önemli bir sorundur. Özellikle son yerel seçimlerde göstermiştir ki sınıf mücadelesinde birleşik mücadele ve ittifaklar kararsız unsurların önderliğine terk edilemeyecek bir alandır. Bu gün açısından sınıf orjinli gelişecek kitle hareketlerine önderlik edecek bir odak ve birleşik güç merkezi bulunmamaktadır. Bu aşılması gereken bir durumdur. Somut görev olarak hem yerellerde devrimci güçler ile ortak platformlar kurularak mücadele geliştirilmeli hem de merkezi düzeyde sınıfa öncülük edecek politik-pratik mücadele hattını açacak bir ittifaka-birliğe ihtiyaç vardır. Tek tek devrimci güçlerin kendi başına mücadeleyi geliştirmeleri önemli iken bu günün yakın görevi olarak ittifaklar ve eylem birlikleri öne çıkarılmalıdır. Oluşturulacak birliklerin devrimcilerin birlikte mücadele araçlarını yaratması öncelik iken, bu birliğin ilerici demokratik yapılara doğru genişlemesi de hedeflenmelidir.
Başta geniş kitle örgütlerinin bulunduğu alanlarımız olmak üzere bütün alanlarımız kendi bünyelerinde ittifaklar veya kendi öz örgütlü gücü ile kitlelerle birleşme onların gündelik talepleri etrafında örgütleyerek bir güce dönüştürme pratiğini daha da görünür hale getirmelidir. Düşmanın geliştirdiği saldırılar ne kadar ağır olursa olsun kitlelerle buluşmanın araçları yaratılmalı ve kitle seferberliği başlatılmalıdır. Hayata geçirilecek bütün pratik politikalar kampanyalar biçiminde ele alınarak belli bir süreci kapsaması aynı zamanda kendi kitlesini eğitmeyi de hedeflemelidir. Başta işgal karşıtlığı ve ekonomik kriz gündemi ile kitlelere gidilerek onları örgütleme ve faşist baskının yırtılıp atılmasının zemini yaratılmalıdır. Adım adım militan kitle mücadelesinin yeniden yeşertilmesi hayati bir meseledir. Böylesi zamanlarda öncü öznenin bu konuda rol oynaması gerektiği bilinen bir gerçekliktir. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun Komünist devrimciler kitleleri ayağa dikecek pratik politikaları hayata geçirecek görevlerle karşı karşıyadır.