Birleşik Devrim söylemi belirli bir toplumsal yapıdan ve bu toplumsal yapının özelliklerinden bağımsız bir söylem olmadığı gibi, aynı toplumsal yapının çok uluslu niteliği ve bu çok uluslu niteliğe uygun olarak gündeme gelen ayrı devrim olasılıkları ve olgulaşan ayrı mücadeleler gerçeğine dönük, birleşik tek devrim savunusuyla yapılan devrim tanımlamasıdır. Tarihsel haksızlık olarak veya ulus devletlerin oluşması dönemine özgü olarak tek devlet sınırları içinde kalan veya ezilen ulusun egemen ulus şemsiyesi altında zorla tutulması şeklinde, bir arada bulunan iki ulusun(ya da bir çok ulus ve azınlığın) tek devrimini veya sınıf devriminde buluşmasını ifade eder Birleşik Devrim kavramı.
Birleşik devrim kavramı, devrim sorunu olan halkların ve ulusların, ortak düşmana karşı ortak çıkarlarda buluşan ortak devrimlerini ifade eder. Devrimin örgütlendiği koşullar, ulus ya da proletarya ve halklar açısından esasta benzer ya da aynı şartları ihtiva ediyor ise ve devrimin görev ve hedefleri kadar, devrimin düşmanları da aynı sınıf ya da egemenlerden oluşuyor ise, bu etnik ve sınıfsal kategorilerin tek devrimden hareket edip Birleşik Mücadele ile Birleşik Devrimi örgütlemeleri devrim teorisine de, tüm teoriye de uygun olanıdır. Bu Birleşik Devrimdir…
Tek devlet sınırları içinde birden fazla ulusun varlığı, egemen ulus egemen sınıflarının toplumsal sistemi altında bulunan ayrı uluslardan oluşan tek toplumsal siyasi yapı ve bu yapının egemen sınıf sistemine zoraki ve/veya tarihsel (haksızlık) olarak entegre edilmişliği ya da tabilik realitesi, aynı zamanda bu uluslara/coğrafyalarına özgü ayrı devrim olasılıkları veya devrim savunuları (ve hatta bu uluslardan ezilen ulusun ezen ulus burjuvazisine karşı mücadelesi) söz konusu olmasaydı birleşik devrimden söz etmek anlamsız olurdu. Ulusal veya sınıfsal kurtuluş orijinli farklı devrim olasılıkları ve farklı devrim talepleri ya da yönelimleri olmasaydı, kısacası farklı devrimlerden söz edilmeseydi, Birleşik devrimden de söz edilemezdi. Sadece sınıf baskısı mevcut olup milli baskı mevcut olmasaydı, bu anlamda egemen pozisyondaki ulusun, egemen durumda olmayan diğer ulus ve azınlıklar üzerinde bir tahakkümü, bir baskısı, bir hegemonyası ve işgalci-ilhakçılığı ya da sömürgeciliği olmasaydı ulusal kurtuluş veya ulusal bağımsızlıktan, dolayısıyla ulusal devrimden söz edilemez ve yalnızca sınıf devriminden söz edilebilirdi. Dahası, egemen ulus lehine ve tabi ulus ve azınlıklara dönük milli baskıya, işgal ve ilhakçılığa ya da sömürgeciliğe son verip, ezilen ulus ve azınlıkların ya da sömürge ulus-ların özgürlüğünü sağlayacak sınıf devrimi olmasaydı, yani, sınıf devrimi ulusal eşitsizlikleri ya da genel olarak ulusal sorunu çözme yeteneğinde veya içeriğinde olmasaydı, elbette Birleşik devrimden söz edilemezdi. Şayet sınıf devrimi ulusal sorunu çözme kudretinde olmasaydı, ulusal devrimler bağımsız olarak gelişip gerçekleştirilirdi ve sınıf temelli birleşik devrim bahis konusu yapılmazdı. Ve şayet, burjuva demokratik devrimler dönemi kapanmamış, burjuvazi devrimci barutunu tüketmemiş olup, bu devrimler proletaryanın omuzlarına yüklenmemiş ve bu görev tarihsel olarak burjuvaziden devralınmamış olsaydı, Birleşik devrim argümanı esas alınmaz, geçerli olmaz-olamazdı. Ve yine, ulusal çelişki belli koşullarda(örneğin, fili işgal koşullarında) baş çelişki haline gelmeseydi, Milli Demokratik Devrimden bahsedilemezdi, ki, Milli Demokratik Devrim, demokratik devrimle milli devrimin içiçeliğini ya da birleşikliğini ifade eder… Yani, milli devrim veya görevleri, demokratik devrimle gerçekleştirilerek, son tahlilde sınıf devriminde birleşir. Bu perspektif demokratik devrimin kalan görevlerini üslenen Sosyalist devrim için de geçerli yoldur. Bu, devrimlerin ancak proletarya önderliğinde başarıya ulaşabileceği, ulusal sorunun, ulusal kurtuluş ve özgürlüğün ancak sınıf devrimi perspektifiyle mümkün olabileceği ve ulusal-burjuva önderliklerin tam bir ulusal bağımsızlığı getiremeyeceği gerçeğini açıklar.
Emperyalizm ve proleter devrimler çağıyla birlikte kapanan burjuva demokratik devrimler dönemi, ulusal devrimlerin proletarya önderliğinde sınıf devrimi perspektifiyle gerçekleşebileceğini ve devrimci barutunu tüketmiş olan burjuva/ulusal-burjuvazinin emperyalist burjuvaziyle ilişkilere girerek, hem de proletaryaya karşı ilişkilere girerek bağımsızlık anlamında gerçek bir devrim gerçekleştiremeyeceğini öngörür. Ama bu realite, ulusal sorunu, ulusal kurtuluş ve bağımsızlık sorununu yok saymaz, ortadan kaldırmaz. Ulusal sorunu proletarya önderliğinde sınıf devrimine bağlar (-gerçek çözümü sınıf devrimi gerçekleştirir-) ve burada birleşik devrim gündeme gelir… Dolayısıyla birleşik devrim ve birleşik mücadele argümanı, yukarıdaki realite ve nesnel durumdan gıdasını alır, almaktadır…
Kaypakkaya’nın Sınıf Devrimi Perspektifi
Birleşik Devrim argümanı Partimizin Kaypakkaya yoldaştan edindiği sınıf devrimi perspektifinin çok uluslu devlet sınırları içindeki biçimlenişinin karşılığıdır. Bu tez, Kürdistan devrimi ile Türkiye devrimini tek devrim olarak ele almaya dayanır. Yani, Kuzey Kürdistan devrimini ayrı, Türkiye devrimini ayrı mütalaa eden anlayış ya da ele alışlara karşın, Partimiz sınıf devrimi perspektifiyle bu iki ulus-iki coğrafya devrimini tek devrim olarak ele almaktadır. Tarihi haksızlıklar arka planına da sahip olsa ve meşru olmasa da, iki ulus veya coğrafya, ‘‘TC‘‘ denilen tek devlet sınırları içinde tanımlanmakta, fiilen bu siyasi coğrafya içinde bulunmaktadır. Bu, objektif ya da reel gerçektir. Devrimimizi tek devrim olarak ele almanın bir yanı buyken, bir yanı da ulusal kurtuluşu da olanaklı kılan sınıfsal kurtuluşun-devrimin esas alınmasıdır. Sınıfsal kurtuluştan bağımsız olarak gündeme gelen veya tek başına bir ulusal kurtuluş, UKKTH açısından son derece anlamlı, demokratik ve meşru olmakla birlikte, son tahlilde sınıf sorununa çözüm olmayan ve bu sorunu ortadan kaldırmayan bir burjuva devlet yönelimidir. Haklı, demokratik ve meşru olması ayrı ama sınıfsal karakter açısından temsil ettiği nitelik daha farklıdır. Dolayısıyla ulusal bağımsızlık hakkı kayıtsız şartsız desteklenmesi gereken iken ve ezen ulusun-egemen sınıflarının boyunduruğundan kurtulma anlamında önemli ve ileri bir yer tutarken ulusal bağımsızlığın yeterli olmadığı ve sınıf iktidarı ve devleti karşısında geri ya da gerici öze sahip olduğu açık gerçektir.
Kuşkusuz ki, Kuzey Kürdistan devrimi ile Türkiye devriminin birleşik devrim olarak ele alınması mutlak bir ilkeye dayanmaz. Kuzey Kürdistan devriminin Kürt Ulusal Hareketi önderliğinde vb daha erken gelişmesi-ilerlemesi durumunda, onu beklemeye davet ederek Türkiye devrimine tabi kılma gibi bir tasarruf olamaz, Komünistler böyle bir tavrı benimsemezler. Komünistlerin bu noktadaki tasavvuru gelişen devrimi desteklemek, içinde yer almak, mümkünse ona önderlik yapmak olur; onu durdurmak veya bekletmek biçiminde olmaz. Bu devrimi desteklemeyi de genel olarak sınıf devrimimizi ilerletme veya geriletme rolü ve özelliği açısından ele alır. Gelişen ulusal kurtuluş devriminin önünde fiili engel oluşturma tavrını asla benimsemez, ulusun bağımsızlık-ayrılma hakkını kayıtsız şartsız tanır. Bu ayrılma hakkını şartsız olarak tanımakla birlikte, bu hakkın kullanılmasına karşı tutumunu, yani ulusun ayrılmasını savunma veya ayrılmamasını savunma tavrını, ulusal bağımsızlık devriminin sınıf devrimini etkilemesine bağlı olarak belirler. Genel olarak eğer ulusal devrim sınıf devrimimizden gelişkin olup ilerlemekteyse, o devrimin gelişmesi önünde şu veya bu nedenle de olsa asla engel oluşturmaz. Dolayısıyla Birleşik Devrim savunusunu bu durumda mutlak bir biçim olarak dayatmaz. Gelişen ulusal devrimi şartlı olarak destekler.
Şartlı olan nedir? Bir, ulusal devrimin sınıf devrimimizden daha ileride olup gerçekleşme yolunda ilerlemesi, İki, bu devrimin sınıf devrimimize olumlu ya da olumsuz etkisi olmak üzere iki şarta bağlı olarak destekler veya aktif destek sunmadan Birleşik Devrimi propaganda ederek ikna etme metodunu kullanır. Ama hiç bir şartta gelişen devrimin önünde fiziki engel yaratmaz/engel olmaz.
Genel olarak ulus ve azınlıklar meselesinde ve özelde de Kürt ulusal meselesinde Kaypakkaya yoldaştan devraldığımız perspektif, sadece ileri teorik çerçeve niteliği bakımından değil, meselenin teorik-pratik bütünlük içinde ele alınarak tarihsel arka plan ve somut içeriğiyle Komünistlerin önünde duran bir görev olduğu yaklaşımı açısından önemlidir. Kaypakkaya’nın bu perspektifi, meselenin sınıf orijinli mücadele ve devrime dayalı sosyalist çözüm temelinde çözüme kavuşturulmasını öngören muhtevası itibarıyla anlamlıdır. Fakat bunda, ulusal kurtuluş hareketini yok sayma, görmeme ve özellikle de onun demokratik, meşru niteliğini inkar etme gibi bir bilinç ya da emare yoktur. Bilakis tersi vardır. Ama Kaypakkaya’da, Komünistlerin sınıf mücadelesine olduğu gibi, ulusal mücadelelere de önderlik yapması görüşü-bilinci vardır. Buna karşın Kürt ulusunun kurtuluş-bağımsızlık mücadelesinin haklı, ilerici bir mücadele olarak gelişmesini olanaklı görmektedir. Öte taraftan ezilen ulus burjuvazisinin burjuva imtiyazlarına karşı çıkma ve ulusal hareketi demokratik muhtevası kapsamıyla desteklemesi söz konusudur…
Birleşik Devrim argümanı hangi koşulların ürünüdür ya da Birleşik Devrim tezinin arka planı nedir? Bu soruya yanıt verirken, yukarıdaki genel teorik tarifi somut gerçeğe indirip oradan açıklamaya çalışırsak daha anlaşılır olacaktır.
Bugünkü Kürt ulusu tek topluluk ve ulusal kökene sahip olsa da, mevcudiyeti esasta dört parça durumundadır. Dört ayrı devlet sınırları içindedir. Uluslaşma sürecini her parça ayrı ayrı tamamlamış, belli parçaların birbiriyle ilişkilerine karşın bu süreci esasta ayrı yaşamıştır. Kendisine ait bir devlet(ler)i yoktur. Tarihte kısa bir devlet tecrübesi olmuşsa da, bu kısa sürmüştür. Bugün mücadele sonucu önemli kazanımlar elde edip yerel yönetimlerine-özerk idarelerine sahip olan parçalar olmakla birlikte, bağımsız devleti-devletleri yoktur. Tek ulusal köken ve topluluk durumunda olan Kürtler, emperyalist ve gerici paylaşım savaşları sonucunda yapılan anlaşmalarla önce ikiye, sonra da dört parçaya bölünerek zoraki bu dört parçadaki devlet sınırlarına dahil edilmiş, tutulmaktadırlar. Buranın izah özeti, tarihsel haksızlık mağduru olmaları biçiminde yapılmaktadır. Bu durumdaki Kürt ulusu aslen bir ulustur, tek ulus kökenine sahiptir, aynı ulusal topluluktan gelmektedir. Fakat aynı topluluk ulus kökenine karşın, uluslaşma süreçlerini ayrı ayrı bulundukları parçalarda tamamlamıştır. Ne ki, tarihsel haksızlık kaderine havale edilen ve uluslaşma süreçlerini ayrı ayrı yer ve tarihlerde tamamlamış olan Kürtler-tek Kürt ulusunun ayrı parçaları bugün bu tarihsel haksızlığa baş kaldırarak bunu düzeltme mücadelesi vermektedirler. Ulusal bağımsızlıklarını istemekte, bu uğurda savaşmaktadırlar. Hatta bugün bazı parçalardaki Kürtler özerk yapılar elde etmiş, objektif olarak da bağımsız devletlerini kurma eğilimini taşımaktadırlar. Dahası ulusal birlikleri için somut çalışmalar yürütüp adımlar atmaktadırlar. Yani, tarihi haksızlıklar somut olarak gündeme gelmiş, giderilmeleri de somut mücadelelerle önümüze çıkmış durumdadır. Bundan kaçmak ne ahlakidir ne de mümkün…
Komünistler tarihi haksızlıkları giderme biçiminde önlerine somut bir görev koymazlar ise de, önüne çıkan tarihi haksızlıkları gidermeyi-çözmeyi reddetmez-etmemektedirler… Kaldı ki, tarihi haksızlık betimlemesi Kürtlerin durumu karşısında gerçeği tam ifade etmemektedir. Hatta objektif olarak durumu yumuşatmaktadır. Emperyalist paylaşım savaşları ve anlaşmalarıyla Kürtler ve coğrafyaları önce ikiye, sonra dörde bölünüp zorla gerici devletlerin esaretine teslim edilmiştir. Yaşamaya zorunlu tutuldukları gerici, faşist devletlerin tekçi-ırkçı-faşist saldırıları altında koyu bir milli zulme maruz bırakılmışlardır. Tarihi haksızlık denilen gerçeklikte, Kürtler tarihi barbarlık, zulüm ve kıyım yaşamıştır. Soykırımdan geçirilmiş, imha-inkar politikalarına ve asimilasyona tabi tutulmuştur. Kaderini tayin etme hakkı yok sayılmış, barbarca çiğnenmiş, ulusal iradeleri yok sayılarak ulusal onurları kırılmıştır. Daha da önemlisi, Kürtlerin maruz kaldığı milli zulüm sadece tarihi haksızlıkta kalmamış, aktüel olarak yaşanmaktadır! Tarihi haksızlık, güncel “haksızlık” olarak sistematik nitelikte sürmektedir!… O halde buradan doğan tüm mağduriyetleri giderilmek, gasp edilen hakları geri verilmek, bağımsızlık hakları tanınmak durumundadır. Bunun için de somut mücadele yürütülmek durumundadır. Bu mücadele, bağımsız devletlerini kurma hakkını elde etme gibi, bütün ulusal-demokratik haklarının kazanılmasını görev edinmelidir. Bağımsızlık hakkı kadar, reformlar uğruna mücadele biçiminde Kürtlerin/Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarına dönükte somut mücadele yürütülmek durumundadır. Elbette bu mücadelenin perspektifi sınıf perspektifine dayanmalı ama ulusal meseleyi de özel olarak çözmelidir.
Buna karşın, ulusun ayrılma veya ayrılmama şeklinde ortaya koyacağı irade tanınmak durumundadır. Ulus ayrılmak isterse, bu hakkı kayıtsız şartsız tanınmak zorundayken, bu hakkı kullanması ise devrimin çıkarlarına göre değerlendirilmek durumundadır. Ne ki, ayrılma hakkını kullandığında devrimin gelişmesine hizmet etmese bile, onun önünde engel oluşturma tavrı benimsenemez. Bu durumda mesele Komünistlerin yapacağı propaganda ve gönüllü birlikteliğe dönük ikna çabalarıyla yeterli kalır. Ki, Kürt Komünistleri birlikten yana propaganda ederken, Türkiyeli Komünistler ise ayrılma hakkının tanınmasından yana eğilim sergilerler… Elbette Komünistler ayrılma tavrını genel devrim çıkarları açısından değerlendirirler…
Evet, tarihsel haksızlık diye adeta görevsizliği şartlayan ezberci yaklaşım hem yanlıştır, hem de gerçekler karşısında geçersizdir artık. Zira tarihsel haksızlık denen şey, somut mesele haline gelmiştir. Bundandır ki, sorundan kaçmak ne mümkündür, ne de Komünist perspektif ve sorumluluğa uygundur. Uygun olan somut sorunu çözme iradesiyle görev almaktır. Sorundan kaçan objektif yaklaşımlar ne kadar teorize edilmeye çalışılsa da, gerçekler karşısında bocalamaktan kurtulamamaktadır. Kürtler ulustur, ulus olarak vardır, ulus olarak kendilerine ait yaşadığı topraklar vardır şeklinde temel doğrular kabul edilmektedir. Ancak bu temel doğru ve kabullere karşın, kabule uygun somut yönelim ve pratik görev çerçevesinde çözüm iradesi veya mücadelesi ortaya koyma ve bunun siyasetini inşa etme konusunda esasta geri durulmaktadır. Kuzey Kürdistan statüsüne dönük hangi teorik belirleme ve tespit yapılırsa yapılsın, kabul edilen ulusal varlık ve ulusal varlığın kabulüyle fiilen doğrulanmış-onaylanmış olan dil birliği, toprak birliği, ruhi şekillenme ve ortak Pazar birliği’nin varlığı, yani ulusun kendine ait topraklarının da olduğu gerçeği inkar edilemez realitedir. “Sen ulussun, toprakların da Kuzey Kürdistan’dır” demekle kalan, dolayısıyla “ulusal bağımsızlığını elde ederek ulusal varlık ve toprağına sahip çıkmalısın, bunun için de savaşmalısın” dememek tüm mantığa ve bilime aykırıdır. Özellikle de, “mücadelen-savaşın haklı ve meşrudur. Hareket olarak senin ulusal demokratik muhtevanı destekliyorum. Bu zemindeki mücadeleni de ilerici görüp destekliyorum. Senin kendi kaderini tayin etme hakkını kayıtsız şartsız destekliyorum.” şeklinde teorik bir bilinç ve irade ortaya koyan anlayışın, Kürt ulusunun mücadelesiyle kendi perspektifi temelinde birleşmemesi düşünülemez. “Bağımsızlığın için savaşma, topraklarına, devletine sahip olma” demeyeceğimize göre, ne diyeceğiz? “Kuzey Kürdistan’ın bağımsızlık hakkını elde etmesi-bu hakkın tanınması için savaş, kendi devletine ve topraklarına sahip olmak için mücadele et” diyeceğiz. “Ayrılma hakkını kullanırken devrimin çıkarlarına göre karar ver” deme hakkımız olsa da, bu erken veya sonraki tartışmadır. Asıl olan bu hakkın elde edilmesidir öncelikle. Daha bu hak elde edilmemişken, bu hakkın kazanılmasıyla ilgilenmekten çok, ulusun bu hakkını elde ettikten sonra ne yapacağıyla ilgilenmek, ya bu hakkın elde edilmesi için samimi olmamak/samimi çabaya sahip olmamaktır ya da meseleyi teorik safsatalara boğarak ondan kaçmaktır-ertelemektir. Lenin, zamanında yürüttüğü tartışmalarda, “ne kadar evirip çevirseniz de ilhak bir sömürgedir” mealinde gerçeği net biçimde ortaya koymaktadır…
Kürt ulusunun mücadelesi, ulusal devrimi bizim devrimimizden-sınıf devriminden daha ilerdeyse, onu bekletme veya durdurma tasarrufumuz olamaz. Bilakis, hangi devrim daha ileri ve gelişmiş durumda ise, onu sürdürmek doğru olandır. Kaypakkaya yoldaşın yaklaşımı yeterince açıklayıcıdır. Bizlerin yapacağı şey, Kürt ulusuna mücadelenizi yavaşlatın, devriminizi erteleyin, bizi bekleyin demek olamayacağına göre ve bu hakkımız olamayacağına göre, gelişen mücadeleye-devrime kendi sınıf perspektifimizle katılıp önderlik yapmak ya da sınıf tutumumuza uygun olarak destek vermektir. Şayet Kürt ulusu ayaklanmış ve “bura benim ülkemdir-toprağımdır ve bağımsızlığımı istiyorum” ya da “özerklik istiyorum” veya “ulusal demokratik haklarımı istiyorum” diyerek savaşıyorsa, Ona, “toprağın, devletin, bağımsızlığın veya hakların için savaşma” demek durumunda olamayız elbet. Ne yapacağız peki? Onun mücadelesiyle kendi perspektifimiz temelinde birleşeceğiz, mücadelemizi birleştireceğiz, onu burjuva imtiyazlar uğruna mücadele yanını ikna yoluyla eleştirerek değiştirip sınıf mücadelesi zeminine çekmeye çalışacağız, bunun için ideolojik mücadele edeceğiz. “Birleşmemiz”de bu temelde, yani sınıf perspektifine çekme ve Komünist önderlik çizgisinde mücadelenin birleşikliği temelinde ya da ortak düşmana karşı ortak mücadelelerde olur… Özcesi, ister ezilen bağımlı ulus diyelim ve isterse sömürge diyelim, her iki durumda da, Kuzey Kürdistan’ın bağımsızlık hakkı bakidir ve bunun için mücadele haktır, şarttır; bizlerin görev ve sorumlulukla sorunu çözme yönelimiyle hareket etmemiz değişmezdir. Bunun esas biçimi Birleşik Mücadele ve Birleşik Devrimdir.
Birleşik Devrim Birleşik Önderliktir!
Birleşik Devrim’i, kimi aktüel tartışmalarda geçen anlayış ve tariflerdeki biçimiyle içeriklendirmiyoruz kuşkusuz. Ki, Birleşik Devrim argümanına dönük görüşlerimizi esas olarak yukarıdaki bölümlerde ifade ettik. Dolayısıyla, her hangi bir devrimi arkaya iterek diğer birini öne çıkarmak veya tek yanlı olarak bir devrimi gerçekleştirmek diğerini de bizim işimiz değil diyerek başkalarına havale etmek kurgusuyla hareket edemeyiz. Böyle hareket etmek Birleşik Devrim tezinden uzaklaşmak veya onu objektif olarak reddetip geçersiz hale getirmektir. Birleşik Devrim, iki devrim süreci olarak olgulaşan iki mücadeleyi, tek devrimde temsil edip birleşik ele almaktır. Bu anlamda, Türkiye devrimi ya da Kürdistan devrimi olarak ayrışıma gitmek, aynı zamanda birini ötekine endekslemek, veya iki devrimi birbirinden ayrıştırmak, Birleşik Devrim tezi bakımından esasta sorunlu yaklaşımdır. İkili gelişen devrim sürecinde biri daha ileride, öteki daha geride bulunabilir, farklı gelişim çizgileri izleyebilir. Bu mümkün ve hatta somut gerçektir. Fakat bu duruma karşın, Birleşik Devrim perspektifini ortadan kaldıracak biçimde, tek yerin devrimini öncelleyip diğerini yedekleyemeyiz. Bilakis, bir parçadaki devrim gelişmiş olsa da, bunu Birleşik Devrim kavrayışı ve perspektifi içinde yürütmeliyiz. Yani, bir parçada gelişmiş olan devrim, genel Birleşik Devrimimizin gelişim biçimi dışında ele alınamaz, alınmamalıdır…
Kısacası, Birleşik Devrimde iki ayrı devrim biçiminden söz edilemez. Tek devrim geçerlidir. Tek devrimin görevleri ve içeriği iki ayrı devrimin görevlerini birleştirir. Ya da iki ayrı nitelik, iki ayrı içerik ve görev tek devrimde birleşir, birleştirilir. Milli Demokratik Devrim gibi veya Sosyalist Devrim gibi… Birleşik Devrimden söz edip, Türkiye devrimi veya Kürdistan devrimi diye ayrışıma gitmek, Birleşik Devrim perspektifinden kopmak veya onu sulandırmak olur…
Buradaki, yani Birleşik Devrim tezindeki önemli tartışmalardan biri, devrimin tek önderlik altında yürütülmesi, biçimlenmesi, tekleşerek somutlanmasıdır. Birleşik Devrim, Birleşik Önderlik demektir. Birleşik Devrim perspektifinde, iki ayrı devrim ve iki ayrı kurumsallaşma, en önemlisi de iki ayrı önderlik olmaz. Birleşik Devrim tek devrimdir. Örgütlülüğü, kurumsallaşması ve önderliği de tektir. Ki, önderlik meselesi, doğrudan ideolojik-siyasi-örgütsel bir nitelik meselesidir. Ve bu, Komünist veya proleter devrimci/Sosyalist bir önderlik olmak durumundadır. Zira, devrimin başarısı, Kürt ulusunun bağımsız devletini kurma hakkına kavuşması ancak bu nitelikteki önderlik ve bu önderlik altındaki bir devrim niteliğiyle olanaklıdır. Kuşkusuz ki, Kürt ulusal hareketinin örgütsel, askeri ve mücadele seviyesi ve pratiğini inkar edemez, görmezden gelemeyiz, gelmiyoruz. Ancak, ideolojik-teorik-siyasi bakımdan tüm iddiamızı koruyor, devrimin başarısı ve Kürt ulusunun bağımsızlığını bu çizgi ile mümkün görüyoruz.
Somut durumda Kuzey Kürdistan devrimi, yani Kürt ulusal hareketinin mücadelesi, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki(veya Türkiye’deki diyelim) devrimci sınıf mücadelesi ve sosyalist hareketin devrim mücadelesinden örgütsel-askeri mücadele düzeyi ve nicelik olarak daha ileridir, gelişmiştir. Fakat, ideolojik-siyasi çizgisini, dolayısıyla önderlik çizgisini Birleşik Devrimin önderliği veya önderlik çizgisi olarak değerlendirmiyoruz. Sosyalist olduğunu açıkça propaganda etmesine karşın, Kürt ulusal hareketini Sosyalist olarak değerlendirmiyoruz. Sosyalist olmak için, etnik-ulusal temsiliyetten çekilerek, sınıfsal temsiliyetle hareket edilmesi şartlardan biridir. Hem sosyalist olmak ve hem de ulusçu, ulusal hareket olmak birbiriyle bağdaşmaz. Kürt ulusal hareketi mantalitesinden çıkarak sınıfsal mantaliteye oturması ve bu niteliğe uygun ideolojik-siyasi çizgiye sahip olması, Sosyalist hareket olması için gerekli olanlardandır. Ulusal devrimi değil, sınıfsal devrimi, sınıfsal perspektifle omuzlaması, buna göre konumlanıp ideolojik-siyasi çizgi niteliğini buna uygun biçimlendirmesi gerekmektedir… O halde, Birleşik Devrimin önderliği konusunda bir çizgi sorunu olduğu bizler için aşikardır. Bu ideolojik-siyasi çizgi ve elbette ulusal hareket orijiniyle Kürt ulusal hareketinin mevcut askeri-örgütsel güç ve mücadele dinamiğiyle Birleşik Devrimin önderliğine geldiğini düşünelim. Birleşik Devrimde ideolojik-siyasi çizgi ve ulusal hareket niteliğindeki bu önderliği kabul etmemiz, kendimizi inkar etmek, iddia ve sınıf perspektifimizi yadsımak olur. Komünist veya sosyalist hareketin, ideolojik-siyasi çizgi ve ulusal hareket gerçekliğine sahip bir önderliği kabul etmesi, salt bir kabul-ret meselesi değil, devrimin önderliği, devrimin niteliği, çizgisi ve dolayısıyla devrimin başarısıyla ilgili bir problemdir. Ancak, demokratik niteliği, politik olarak devrimci özelliği ve meşru mücadelesiyle, elbette ortak düşmana karşı savaşan dost bir güç olarak ulusal hareketle ittifaklardan, eylem birliklerine ve ortak mücadele birliklerine kadar en geniş yelpazede ortak hareket eder, etmeyi devrimci sorumluluk sayarız. Ki, pratiğimiz de bu doğrultudadır…
Özcesi, Birleşik Devrim kavrayışımız dost devrimci yapıların tarif ettiği veya mevcut Birleşik Mücadele kurumsallaşmasıyla ifade ettiği durumdan çok daha farklıdır. Birleşik Devrim perspektifimiz, ideolojik-siyasi çizgiden, devrimin niteliği ve sınıf karakterinden, devrimin önderliği ve önderlik çizgisi ve niteliğinden bağımsız olamaz.
Birleşik Devrim ile Birleşik Mücadele Bir ve Aynı Değildir!
Nasıl bir içerik ve kavrayışla birleşik mücadeleyi tanımlıyoruz? Öncelikle belirtelim ki, Birleşik Devrim farklı bir argüman ve stratejidir, birleşik mücadele ise daha farklı ve göreli olup her devrim mücadelesinde egemen sınıflara karşı ortak paydalarda buluşan ortak mücadelede anlam kazanır, içerik bulur. Birleşik Mücadele Birleşik Devrim şartlarında da geçerli olmakla birlikte, Birleşik Devrim dışındaki şartlarda da veya Birleşik Devrimin söz konusu olmadığı koşullarda da geçerlidir, geçerli olur. Pekala ayrı devrim perspektifleri benimsenebilir, farklı devrim mücadelesi süreçleri yürütülebilir. Yani, reel gerçekte, ulusal devrim stratejisiyle hareket eden ulusal hareketler devrim veya ulusal-demokratik hak ve kazanımlar uğruna bir mücadele benimseyip yürütebilirler. Bunun gibi, sosyalist hareketler de sınıf devrimi perspektifiyle bir devrim stratejisi ve mücadelesi benimseyip yürütebilirler. Bu durumda, iki ayrı strateji, iki ayrı perspektif ve iki ayrı hareket niteliği gündemde olur. İşte bu duruma karşın, bu farklı strateji ve perspektifler ya da nitelikler arasında, ortak düşmana karşı mücadelede ortak mücadeleler, birleşik mücadeleler yürütülebilir. Bunun temeli, demokratik talepler, demokratik mücadeleler, demokratik hak ve kazanımlar, bütün bu mücadelenin verildiği egemen sınıflar ve iktidarların, yani düşmanın ortak olması zemininidir. Ki, bu zemin birleşik mücadeleleri genel olarak mümkün ve gerekli kılar.
Birleşik Devrim perspektifinde birleşilemese de, Birleşik Mücadelede buluşulabilir, buluşmanın tüm şartları mevcuttur. Birleşik Mücadelenin diğer bir önemli zemini, demokratik ve devrimci güçlerin ortak talep, hedef ve görevler etrafında birleşmeleri ve ortak düşmana karşı mücadele cephesini büyütüp güçlendirmeleri ihtiyacı ya da devrimci gereksinimidir. Düşmanın ortak olması kadar, demokratik ve devrimci güçlere karşı hakim sınıflar gericiliğinin tüm güçleriyle örgütlenip karşı-devrim cephesini kuvvetle örmüş olmaları da, devrimci güçlerin ortak devrimci mücadele cephesini örgütlemelerini ve Birleşik Mücadele kurumsallaşmalarına gitmesini gerektirir. Devrim güçlerinin dağınık, bölünmüş ve küçük-zayıf örgütlenme gerçekliğine karşın, düşman taktiksel olarak da örgütlenme olarak da son derece güçlüdür. Küçük güçlerle büyük güçlere karşı mücadele yürütmek, küçük-dağınık olan devrimci güçlerin Birleşik Mücadelelerini temel bir ihtiyaç olarak önümüze koyar. Bu anlamda Birleşik Mücadele temel bir sorun olarak karşımızda durur.
Devrim kaygısı taşıyan her hareket, devrimci, demokratik, hatta ilerici tüm güçlerin Birleşik Mücadelesine önemle eğilmek ve somut adımlara girmek durumundadır. Demokratik ve devrimci güçlerin Birleşik Mücadelesinden kaçmak veya bu mücadeleyi önemsememek, devrimin gelişmesi karşısında alınan negatif tavırla eş değerdir. Devrimcilerin faşizme karşı mücadelede kendi güçlerini birleştirmeme, Birleşik Mücadelelere girmeme lüksü olamaz. Tersi, devrimin gelişmesine karşı sorumsuzluk, devrim adına aymazlıktır.