GÜLLÜ ÇELİK

Doğum Yeri: Mazgirt
Doğum Tarihi: 1972
Ölümsüzlük Yeri: DERSİM-HOZAT – GIZORİ KÖYÜ KIRSALI
Ölümsüzlük Tarihi: 30 OCAK1999
Kod Adı: Ezgi
Konumu: ileri Sempatizan – Savaşçı

GÜLLÜ ÇELİK
Kendi köyünde okul olmadığı için ailesi başka bir köye yatılı okula gönderdi. İlk ve orta okulu burada bitrdi. Zorunlu göç nedeniyle ailesi Adana’ya yerleşti. Liseye buradan devam etti. Okulu bitirdikten sonra bir muhasebe işinde çalışmaya devam etti. Ablası Fadime Çelik’in şehit düşmesinden çok etkilenmişti. Bu vesileyle devrimci düşünceyle daha yakından ilgilendi. O yıllarda devrimci faaliyetler içinde görev aldı.

İstanbul’da 1996’da yakalandı ve bir buçuk yıl cezaevinde yattı. Tahliye edildikten kısa süre sonra 1997’de gerillaya katıldı.

Güllü ÇELİK’in anısına

Güllü Çelik, ’94 yılının o zorlu sürecinde örgütlülüğe katılmış ve Çukurova bölgesinde faaliyet yürütmüştü. Süreç zorlu olmasına zorluydu ama O’nun deyimiyle insan zor şartlar ve yaşadığı gerçeklerin yardımıyla erken büyüyordu. Mücadelenin, yaşamının, ağlamanın, gülmenin ve de sevmenin gerçek değerlerini kavrıyordu. Zor şartların iyi yönü insanın kararsızlığa vekirciliğe son verdiği anlar olmasıdır. İşte bu şartalar alabildiğince yanı başında yaşıyordu Güllü Çelik.

Güllü Çelik 1995 yılında Proletarya Partisi’ne yönelik olarak yapılan operasyonlar sonrası aranır duruma düşer. Artık dağların Ezgi’si bir partizan olması için sebepler daha da artmıştır. Halk kurtuluş Ordusu’nun saflarına katılma, silahların senfonisinde  dağların doruğundaki halaya durmanın coşkusuyla göğüs kafesine çarpıyordu kalbi. Her çarpıntı O’nu daha da umutlandırıyor ve gideceği anı daha da sabırsızlıkla beklemesine yol açıyordu.

Hem aranır durumda olması, hem de bulunduğu alandan kıra gidememesi İstanbul’a gelmesine yol açtı. Her ne kadar bu dönemde gerillaya katılma girişimleri sonuçsuz kaldıysa da biz O’nu artık bir partizan olarak görmek durumundayız. Çünkü o yüreğiyle, bilinciyle kısacası her yönüyle artık bir gerillaydı. Öyle ya, önemli olan bilinçti. Ve zorluklar kafamızda değil miydi? Düzenden elimizi çekmemizi, rahat yaşamımızdan vazgeçmemizi, bir ayağımızın düzende bir ayağımızın devrimde oluşunu salt düzenin buna zemin hazırlamasına bağlayabilir miyiz? Bilincimizle yaşayış tarzımızla hedefimize kilitlenmememizin, ideallerimize uygun yaşamanın mücadelesinin öncelikle başlangıcının bilincimizde burjuva ve geri olan ne varsa onu yenilgiye uğratmaktan geçtiği gerçekliğini kavramamamızın hiç mi kabahati yok? Elbette var. İşte Güllü yoldaş bu gerçekliği kavradığı için O’nu gerillanın Ezgisi olarak görmek gerekiyor. Artık Güllü için o bilinç her yerde Partizan Ezgi’nin tarzını konuşturmasının adıdır.

Temmuz ayında ve Temmuz sıcaklığında bir zafer. Düşman, şanlı Ölüm Orucu zaferimizin tüm yalan ve karaçalma çabalarına  karşın beyninde patlamasının şokundaydı. Ama düşman boş durur mu? O gün tutmayan planlarına KARDELEN HAREKATI’mızın içini boşaltmayı eklemeyi de ihmal etmemişti. Tam da düşmanın bu kara çalmasının boşa çıktığı ve “umutlarının” Kızıl Çekiç’le ezilmesinin hırçınlığıyla yaptığı saldırılarda Güllü yoldaş pusuya takılmış ve tutsak düşmüştü. Bu sadece geçici bir büküntüydü. Ve Güllü Çelik buna hazırlıklıydı…

Güllü yoldaşın hapishane süreci bir öğrenme atılımı olarak nitelendirile bilinir. Hem geçmiş faaliyeti geniş bir şekilde bilimsel eleştiriye tabi tutma, sonuçlar çıkarma, hem de o güne kadar yeterli olanak bulamadığı konularda inceleme-araştırma yapma yönünde çok başarılı adımlar atmış daha da olgunlaşmıştır. İnceleme araştırma konusunda Başkan Mao’nun ‘öğretmede yorulmazlık, öğrenmede doymazlık’ ilkesiyle hareket eden Güllü yoldaş okuduklarını mutlaka diğer yoldaşlarıyla tartışırdı. Yeterince anlayamadığı veya daha geniş bilgi sahibi olması gerektiğine inandığı konuları not eder tartışır ve araştırırdı.

Bir süre sonra Sakarya Hapishanesi’nden “Nazi Kampı” olarak tabir edilen Konya Hapishanesi’ne götürüldü. Zor koşullar öğreticiydi. Düşman devrimci tutsakları diri diri mezara gömmek istiyordu. Tüm hapishanelerde hücre çalışmaları başlamıştı. Tabi ki, Konya Hapishanesi’nde de; “süreç öyle gösteriyor ki, zor hem de çok zor günler bizi bekliyor. Bizim burada da hücre çalışmaları başladı. Diyeceğim, partisini, yoldaşlarını iyi tanıyan bir kimse koşullar ne olursa olsun yılgınlığa yer olmadığını ve partisinin bu koşullar hakkındaki tutumunun ne olacağını önceden anlamakta zorluk çekmez.”  Diyerek hem bizleri bekleyen tehlikelere dikkat çekiyor, hem de bu tehlikeler karşısında partili bir militanın partili bir duruş sergilemesi gerektiğini vurguluyordu. Tabi bu sözü salt hapishane özgülüne indirgeyerek darlaştırmak da doğru olmaz. “koşullar ne olursa olsun” demek, önemli olan zaman ve yer değil “durum”du. Ve “Dorum’a karşı yılgınlığa kapılmaksızın sergilenecek komünist tavırdır.

Kendisine bir mektubumda sık sık hapishane değiştirmenin olumlu ve olumsuz yanlarını belirttiğimde şöyle yazmıştı: “Bizler nerede olursak olalım, mücadelede kararlılık ve azim, sorunlar ve zorluklar karşısında bilinçli bir direniş ve sabır göstermek, sorunların üstüne yürüyüp çözmek zorundayız” diyordu. Ve peşinden ekliyordu: “Tek olmanın zor yönleri çok fazla. Hem kendini eleştireceksin, geliştirecektin, yeni alternatifler üreteceksin; hem de başarılarını göreceksin ve eksikliklerini ortadan kaldırmak (en aza indirmek) için büyük çaba harcayacaksın.”

Koşullara teslim olmayan, gittiği her alanda partili bilinciyle hareket eden bir yoldaştı. 1997 Aralık sonunda,1,5 yıllık tutsaklıktan daha güçlü bir şekilde çıktı. ’98 yılındaki 8 Mart’ta Taksim’i özgürleştirenlerdendi. Artık mekanın darlığı kendini iyice dayatmıştı. Büyüyen umutlar, oluşan birikimin daha ileriye taşınması gerekiyordu. Aksi taktirde kendini tekrarla sınırlı kalacaktı. Ve nitekim O’da onu yaptı. Üzerindeki beyaz örtüyü yavaş yavaş atan toprak yeni bir canlanmanın daha başlangıcındaydı. Ve kızıl partizanlar da baharın, doğanın canlılığına uyuşun hazırlığını yapıyorlardı. O artık Halk Kurtuluş Ordusu’nun kurtuluş Ezgisini söylemek için zirvelerdeydi.

Öyle ya, Halk Kurtuluş Ordusu’nu inşa etmek gerilla faaliyetlerinin gelişip güçlenmesiyle ancak mümkün olabilirdi. Gerilla faaliyetinin gelişip güçlenmesinin  yolu da halk gençliğinin, işçi köylü yığınlarının daha fazla sayıda gerillaya katılımından geçer. İşçiler, köylüler, öğrenciler başta olmak üzere tüm ezilen ve sömürülen kesimlere politik bilinç götürmeli, politikayla ve siyasetle daha çok ilgilenmelerini sağlamalıyız. Sömürü ve zulümden kurutuluşun yolunun savaşmaktan geçtiği bilinci ve biz neredeysek parti de oradadır anlayışıyla  parti politikasını  kitlelere götürmeli, kitleleri parti saflarında savaşa katmalıyız.

Şehit yoldaşlarımızın devrettiği silahlar zaferimize kadar ellerimizde düşmana kin kusmaya devam edecek.

Bir yoldaşı