Emperyalist kapitalist sistem dünya planında önemli bir hegemonya kaybı içerisindedir. Başta ABD, Rusya ve Çin emperyalizmi arasındaki rekabet ilişkileri söz konusu olduğunda aralarında hegemonya kaymaları dünya planında gerçekleşen her gelişme de bir düzeyde kendini göstermektedir. Ekonomik, siyasi ve askeri gelişmeler dünya kapitalist sisteminin insanlığın geleceği için bir umut teşkil etmediğini gözler önüne sermektedir. Dünyanın her yerinde sömürü, işgal ve savaşlar bütün şiddetiyle yaşanırken emperyalist sistem bu sorunlar karşısında eskisi kadar etkili ve belirleyici müdahaleler yapmakta zorlanmaktadır.
Koronavirüs pandemisi dönemi emperyalist kapitalist sistemin açmazlarını daha güçlü bir şekilde gözler önüne sermiştir. Sistem insanların sağlık haklarını piyasa öznesi haline getirdiği için can kayıpları ve pandeminin yayılması bir türlü durdurulamamıştır. Koronavirüs pandemisi sürecinde aşı temini meselesi de büyük bir kriz haline gelmiş dünyanın birçok ülkesinde aşıya ulaşma imkanları başarısız olmuştur.
ABD’nin eskisi gibi güçlü olmadığı ve 1990’lı yılların başında oluşan iyimser havanın artık kaybolduğunu görmek gerekmektedir. Bu yönüyle ABD, Rusya ile doğrudan karşı karşıya gelip onunla çatışmak yerine daha çok müttefikleriyle birlikte onu çevreleme politikası izlemektedir. Bu politika esasen Sovyetler Birliği’ne karşı uygulanan soğuk savaş siyasetine dayanmaktadır. Bu temelde eski Sovyet ülkelerinin bir kısmı batı bloğuna dahil edilmekte ve bu ülkelerde NATO’nun askeri varlığı artırılmaktadır. ABD emperyalizmi ve müttefikleri özellikle Rusya-Çin ekseninde oluşan blok karşısında caydırıcı önlemler alma çabası içerisindedir. Özellikle Çin’in ekonomik gücü ve Rusya’nın askeri gücü karşısında ABD ve Avrupa Birliği önemli bir tehditle karşı karşıyadır. Yaşanan gelişmelerin batı bloğunu tahkimatını artırmaya yöneltirken aynı zamanda safların daha da keskinleşmesiyle sonuçlanan bir süreci de beraberinde getirmektedir.
Biden yönetiminde ABD Trump dönemi politikalarını ret ederek dünyada kaybettiği hegemonya kaybını telafi etme arayışı içerisindedir. Bu temelde Ukrayna-Rusya krizi ile başlayan süreçte Rusya’ya karşı daha etkin bir şekilde karşı koyma arayışı içerisine girilmiştir. Ancak şimdiden Putin iktidarının kararlı politikaları karşısında ABD’nin ve AB’nin etkili olamadığını görmek gerekmektedir. Özellikle Almanya Kuzey Akımı projesini devam ettirerek Rusya ile ilişkilerini yumuşatma yolunu tercih etti.
Son olarak ABD’nin Afganistan’dan çekilme süreci ve Taliban’ın Afganistan’da iktidarını ilan etmesi önemli bir gelişmedir. ABD açısından Elbette ABD Taliban’ı bölgede etkin kılarak bir takım planları hayata geçiriyor olabilir. Ancak gelişmenin içerisinde 20 yıllık işgalin sonunda yaşanan başarısızlıkta dikkat çekicidir.
Bununla birlikte Afganistan’dan çekilme ve Irak’ta ki askeri varlığının tartışılmaya başlanması ABD ve müttefiklerinin dünya planında eskisi kadar belirleyici pozisyonda olamadığının kanıtıdır. Afganistan, Ortadoğu’nun kadın düşmanı karşı devrimci kampını temsil eden Taliban iktidarında bir ülke olarak resmi devlet statüsü kazandı. NATO ve Rusya’nın, gerici bölge devletlerinin Taliban iktidarında bir Afganistan planını doğrudan hazırlayan veya onaylayan yerde durduğu açık ve nettir. Türk burjuva devletinin bugünkü temsilcisi faşist AKP ise Taliban rejimiyle ideolojik yakınlığını da, resmen tanıyacağını da çoktan ilan etmiştir.
Gelişmeler gösteriyor ki özellikle Ortadoğu coğrafyasında hegemonya savaşları daha da derinleşerek devam edecektir. Suriye iç savaşı ve Rojava devriminin varlığı bölge ve dünya planında bir çok aktörün dahil olduğu önemli bir hegemonya mücadelesini içermektedir. DAİŞ ve diğer çeteler Rojava devrimi tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Ancak devrim topraklarında faşist Türk devleti başta olmak üzere işgal tehdidi devam etmektedir.
Faşist rejim bölgede Kürt halkı başta olmak üzere her türlü demokratik kazanımın karşısında bir konum almaktadır. Rojava’dan, Başur Kürdistan’a, Suriye’den, Libya’ya, Kıbrıs’tan , Ermenistan’a kadar geniş bir coğrafyada faşist rejim işgal ve yayılma siyaseti yürütmektedir. Kürt sorununda savaş ve imha siyasetinde ısrar eden faşist rejim Kuzey Kürdistan ve Başur Kürdistan’da yürüttüğü savaşta ağır kayıplar vermektedir. Türk burjuva devletinin işgal saldırılarını genişletme, yaşadığı yapısal krizi yönetememe sorununu sınırlarının dışında savaş, sınırlarının içerisinde ise faşist saldırgan politikalarla aşmaya çalışıyor. Gerillanın Metina, Zap ve Avaşin’de görkemli direnişi sonucu faşist iktidar birçok noktada saplanıp kalmış durumdadır. Askeri açıdan sonuç alamayan faşist iktidar iç politikada baskı ve asimilasyon politikalarına hız vermektedir. Askeri açıdan sonuç alamadıkça iç politika da HDP başta olmak üzere devrimci ve demokratik kesimlere dönük baskılar artmaktadır. Tüm bu saldırılara karşı başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkları ve kadınlar, devrimci hareket ve gerilla direnişi büyük bir barikat olmaya devam ediyor. 2014 MGK kararıyla devreye soktukları çöktürme planı başarıya ulaşamamıştır.
Faşist iktidarın yürüttüğü savaş politikaları ve kullandığı şovenist dil Kürt halkına dönük katliam saldırılarıyla yeni bir nitelik kazanmış durumdadır. Konya Meram’da, sadece Kürt olduğu için insanlar katledildi ve evleri yakıldı. Ankara Altındağ’da linç hareketiyle Suriye’li mülteciler yaşadıkları mahalleyi terk etmek zorunda kalmışlardır. Kürt, alevi, mülteci karşıtı, ırkçı, şoven, cinsiyetçi bir faşist saldırganlık yükseltiliyor. Bu saldırılar bizzat faşist iktidar tarafından organize edilmekte ve kışkırtılmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen orman yangınları Erdoğan rejiminin ne kadar büyük bir acizlik içerisinde olduğunu ispatlamıştır. Askeri başarıları ve teknolojik gelişimiyle övünen faşist rejimin yangın söndürme uçakları olmadığı gerçeği yangının düzeyinin boyutlanmasına sebep olmuştur. Kapitalist sömürü düzeni insana olduğu kadar doğaya karşıda kar hırsıyla acımasız bir şekilde davranmaktadır. Son olarak gerçekleşen sel felaketinde doğanın dengesini bozarak inşa edilen HES’lerin sonucu onlarca insan ölmüştür. Bu yönüyle göz göre göre gelen felaketin sorumlusu sömürü düzeninin bizzat kendisidir.
Ekonomik ve siyasal krizlerin yarattığı sarsıntıların yönetme kabiliyeti üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek için baskı ve şiddetin tonunu sürekli artıran faşist iktidar bugün artık çok açık bir biçimde işçi sınıfının, kadınların ve ezilen halkların sadece sosyal ekonomik haklarını hedef almıyor. İşçilerin, kadınların, ve ezilen halkların yaşam alanlarını yok ediyor. Faşist iktidar milyonlarca emekçinin önüne ölümle yaşam arasında ikircimsiz bir tercih koyuyor. Giderek artan yoksulluk, işsizlik, sosyal ve kültürel hakların kaybı, sefalet ücreti, ürün fiyatlarına yönelik sürekli artan zamlar, politik özgürlük hakları üzerindeki faşist baskılar ve saldırılar bunların hepsi ve daha fazlası işçiler, ezilen halklar üzerinde derin bir hoşnutsuzluk ve öfke örgütlemektedir.
Tüm bu yaşananlarla birlikte dünyada, Ortadoğu’da, Türkiye ve Bakur Kürdistan’ında halklara, işçi sınıfına ve kadınlara yönelik saldırıların yoğunlaştığı bir dönemdi. Kolombiya, Filipinler, Hindistan, Meksika kadın gerilla ve öz savunma mücadeleleriyle, Kuveyt’te Lan Asket (Susmayacağım) şiarıyla cinsel taciz, şiddet ve istismara karşı politik kampanyasıyla, 19 Temmuz Rojava devriminin yıldönümünü faşizmi ve erkek egemenliğini yenen kadınların tüm dünya kadınlarına umut veren kutlama etkinlikleriyle, Afganistanlı kadınların Taliban rejimine karşı öz savunma alan eylemleriyle direnişlerle, mücadelelerle sürdü.
Rojava kadın devrimi Ortadoğu’nun devrim kampının kadın özgürlükçü aydınlık yüzü iken, Afganistan’da Taliban rejimi erkek gericiliğinin ve faşizmin karanlık ülkesidir. Afganistan’daki bu erkek egemen faşist iktidarın boyunduruğu altında baskıyla ezilmek istenen kadınlarla enternasyonal bir dayanışma içinde olmak, dünya kadın hareketinin, Türkiye ve Kürdistan’daki kadın özgülük mücadelemizin önemli bir tarihsel sorumluluğudur.
Son süreçte gelişen Taliban’ın Afganistan topraklarını ele geçirmesi hem Afgan halkı için hem de özellikle kadınlar ve ezilen cinsel kimlikler açısından kaygı verici bir gelişmedir. Taliban sözcüleri kadın haklarını şeriat kanunu çerçevesinde tanımlayarak gerçek yüzünü göstermiştir. Gerçekte olacak olanlar halihazırda oldukça sınırlı olan kadınların haklarının bütünüyle ortadan kalkması, kadınlara örtünme zorunluluğu, kadınların yalnız dışarıya çıkmasının ve çalışmasının engellenmesi, çocuk istismarı ve taşlayarak öldürülme anlamına geleceği çok açıktır.
AKP-MHP faşist iktidarında cisimleşen patriyarkal kapitalizm kadınlara aile dışında yaşam alanı bırakmayan, keza aile içinde de kadınların yaşam hakkını şiddetle tehdit eden, kadının hane içi emeği sömürüsünü yoğunlaştıran yapısıyla kadınlara yönelik saldırılarını arttırılarak devam ettiriyor. Bu erkek ve devlet şiddetinin bir yanı İstanbul sözleşmesi gibi kadınların yasal haklarının ortadan kaldırılması ve bu açıdan cezasızlıkla birlikte erkek şiddetinin çok boyutlu artmasıdır. Son süreçte yaşanan kaçırmalar, cinayetler şiddetin geldiği aşama erkek ve devlet şiddetinin görünürlüğü daha fazla artmış durumdadır.
LGBTİ+ları hedef göstererek şiddete ve baskıya maruz bırakması, Deniz POYRAZ’ın katledilmesi, hem Kürt kadınlarına hem de devrimci kadınlara yönelik saldırıların bir örneğini oluşturuyor. Yunanistan Türkiye sınırında bir LGBTİ aktivistinin, Rojava Nusaybin sınırında bir kadın ve çocuğun Türk ordusu askerleri tarafından tecavüze ve işkenceye maruz kalması, Konya’da katledilen Kürt kadınları, Ege’de, Karadeniz’de, Marmara’da, Akdeniz’de, İç Anadolu’da ırkçı şoven linçlere, tehditlere uğrayan Kürt, alevi kadınlara yönelik saldırılar, faşist ve cinsiyetçi saldırı konseptinin, konjonktürün ihtiyacına göre uygulanacağının örnekleridir. Muhalif kadınlara yönelik gözaltı, zindan saldırıları ve direnişlerini faşist işkence saldırılarıyla karşılama, silahlı mücadelede yer alan, faşizme ve işgal saldırılarına karşı savaşan gerilla kadın çizgisini kırma, tasfiye etme en temel stratejisidir. Toplam saldırıları, faşizmi ve erkek egemenliğini yıkabilecek militan bir kadın hareketini engellemek, milis, gerilla temelli bir mücadelenin tasfiyesini amaçlamaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesiyle birlikte artan kadın cinayetleri, cinsel saldırı faillerinin serbest bırakılması nedeniyle Eda Nur’un intihar etmesi, Aleyna Çakır cinayeti faili Ümit Can Uygun’un DNA raporlarına rağmen serbest bırakılması, ardından yine başka bir kadının faili olarak yeniden gözaltına alınması, Azra için yapılan kayıp başvurusuna bile devletin iki gün boyunca tabiri caizse kılını dahi kıpırdatmaması, aslında devletin failleri nasıl koruduğunu alenen ortaya koyuyor. Muhafazakar faşist AKP iktidarı kadını aile kurumunun içine hapsederek şiddet faillerini, çocuk istismarı faillerini koruyarak kadın düşmanı olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Faşizm için erkek devlet aygıtı karşısındaki kadın isyanının yarattığı dinamizmi yok etmek ve kendi karşısında örgütlenen mücadeleyi sindirmek için her fırsatta kadınlara ve kadın mücadelesine saldırıyor. Kürdistan’da uyguladığı savaş, işgal politikaları ile kadın özgürlük mücadelesinde parçalılık yaratmak ve de toplumun kadın yarısını, ırkçı, şoven politikalarla etkilemek ve son olarak da İstanbul sözleşmesinden imza çekme hamlesini de böyle okumak gerekiyor.
Ciddi bir kriz içerisinde debelenen faşizm sınıf hareketini, Kürt mücadelesini, devrimci mücadeleyi, kadın kurtuluş hareketini kendi bekasını korumak için kuşatmaya çalışıyor. Bu artan saldırıların asıl sebebi tüm bu yaşanan saldırılar karşısında toplumun diğer kesimlerinde olduğu gibi kadınların da kadın özgürlük mücadelesinden vazgeçmemeleridir. Türkiye’de kadın düşmanlığının cisimleşmiş hali AKP-MHP faşizmine karşı isyanda aynı azimle yürütülüyor. AKP- MHP faşizminin kadın düşmanı gerici karakterinin bu süreçte kendini daha açık ortaya koyması kadınların öfkesini derinleştiriyor. İstanbul sözleşmesinden geri çekilme hamlesine, erkek egemen baskılara, artan kadın cinayetlerine ve erkek egemen faşist devlete karşı kadınlar cüretleri, cesaretleri ve tekmeleri ile 1 temmuzda istiklal caddesinde barikatları yıkmasını da erkek egemen sisteme yönelik bir uyarı olarak okumak gerekiyor.
Fiili meşru mücadelede polis barikatlarını zorlayan ve aşan düzey önemli bir kazanımımızdır. Farklı eylem taktikleriyle zenginleştirmek, yasaklı alanları, polis barikatlarını aşmak, kadın hareketine politik cesaret ve moral kazandırmak anın, dönemin görevidir. Düşmanın polis, asker ve AKP’li-MHP’li faşist çetelerini geldiklerine geleceklerine pişman eden, devrimci şiddet eylemlerini uygulayan kadın milislerinin örgütlenmesini başarmak harekete yeni ileri bir düzey katacaktır.
Bugün KBDH’a düşen en yakıcı görev fiili meşru zeminde, kadınların özgürlük eyleminin ancak kendi devrimci eylemleriyle gerçekleşebileceği bilinciyle hareket etmektir. Kadınların askeri eylemler içinde olması erkek egemen sistemin kadın mücadelesini hapsetmek istediği sınırları parçalayacaktır. KBDH olarak devrimci hamle çerçevesinde gerilla alanlarında, kentlerde milis eylemleriyle ve devrimci kitle eylemleriyle faşist rejimi ve ondan güç alan patriyarkal kapitalizm ve onun kurumları hedef alınmalıdır. Faşizmi ve erkek egemenliğini yıkacağız! İleri, daha ileri!
KBDH Konseyi
Ağustos 2021