Eşit ve Özgür Bir Dünya İçin İsyanı Büyüt, Kadın Devrimine Yürü!

Bugün yaşadığımız dünya, vahşet çağlarından daha kanlı ve yok edici savaşların olduğu bir dünya. Sınıflar savaşı tarihinin en kanlı çatışmaları yaşanıyor. Yeryüzünde, üzerinde insan yaşayan tüm kara parçalarında, toplumlar aynı yaşam biçimlerine sıkışmış, aynı sorunları yaşıyor. Nasıl ki; tüm dünya egemenlerinin muhafazakar, gerici, faşist, liberal, sosyal demokrat akımları tekleşti ve emekçi sınıflara, ezilenlere, kadınlara karşı aynı saldırganlıkta buluştuysa; “yeryüzünün lanetlilerinin”, ezilenlerin, burjuva-faşist iktidarlar karşısındaki siyasal hedefleri de tekleşmiştir, daha doğru bir ifadeyle bütünleşmiş, iç içe geçmiştir. Dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının tek kurtuluşu; emperyalist kapitalist sistemin yıkılması, ömrünü çoktan doldurmuş kapitalizmin mezara gömülmesidir. Nitekim bilinç veya önseziyle işçi ve emekçiler, ezilenler tüm dünyada bu durumu isyanlarla ortaya koyuyor. Ancak yetmez; tüm ezilenler, bugüne kadar yaşananlardan daha zor bir mücadeleye, daha zor bir devrimci savaşa hazırlıklı olmak zorundadır. Bugünün dünyasında yaşam, bir ölüm kalım savaşı olarak sürüyor; işçi sınıfı ve emekçiler, ezilen halklar, kadınlar, ezilen cinsel kimlikler, gençler için bir gelecek olacaksa, bu kanlı mahşerde yürütülecek kavganın sonucu olacak.
İçinde yaşadığımız dünya, Gazze’de on binlerce insanın tepesine bombaların düştüğü ve katledildiği bir dünya. Filistin halkı üzerine ölüm kusan yerleşimci-sömürgeci İsrail’e karşı protesto eylemlerinin, antisemitizm diye yaftalandığı bir dünya. Herkesin gözü önünde, adeta canlı yayında yürütülen soykırım karşısında ölüm sessizliğine bürünmemiz istenen bir dünya.

İçinde yaşadığımız dünya, bu gök kubbenin altında hakkı olanı istediği için, bir halkın üzerine, en modern savaş araçlarıyla topyekûn savaş konseptiyle her gün, her saat ölüm kusulan bir dünya. 21. Yüzyılın ilk devrimi olarak tarihe geçen Rojava kadın devrimini yok etmek için işgal hamlelerinin yapıldığı bir dünya. Kuzey-Doğu Suriye halklarının, yaşam kaynaklarını kurutacak altyapı, enerji ve üretim tesislerini yok eden hava harekatlarının, sivil asker ayırmaksızın yapılan katliamların dünyası. Kendi geleceğini tayin etti diye bir halkın, tüm dünyanın gözü önünde cezalandırıldığı bir dünya.

İçinde yaşadığımız dünya, tepeden tırnağa her kademesinde, her kurumunda kadının metalaştırıldığı, cinsel saldırıya maruz bırakıldığı; küresel fuhuş merkezlerinde çocuk istismarının, kadınlara dönük taciz ve tecavüzün rutine bindiği Epsteinlerin, Adnan Oktarların dünyası.
İçinde yaşadığımız dünya, savaşlar ve soykırımlarla; açlık, yoksulluk ve sefaletle; geleceksizlik ve umutsuzlukla; yoksayılmışlık ve özgürlük yoksunluğuyla, gecesinde de gündüzünde de kabusa uyandığımız bir dünya.

İçinde yaşadığımız dünya, doğanın talanı, emeğin vahşi sömürüsüyle günümüz ve geleceğimizin tehdit edildiği; Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın dağının taşının, tekellere maden sahası olarak peşkeş çekildiği bir dünya. Erzincan İliç’te, altın için tüm bölgenin siyanürle adeta ölüm vadisine dönüştürüldüğü, 9 işçinin tonlarca siyanürlü toprak tarafından yutulduğu bir dünya.

Küresel kriz, ırkçı-faşist dalganın yükselişi ve kadın düşmanlığı
Dünya çıldırmış olmalı dedirtecek şekilde, birçok ülkede ırkçı-faşist hareketler yükseldi ve doğrudan siyaseti-toplumsal yaşamı belirler hale geldi. Irkçı-faşist partiler, ana akımlaştı; birçok yerde seçimleri kazandı ve iktidara geldi. Faşist hareketlerin bu seçim başarısı, istisna değil dönemin rasyonalitesidir. Adeta içinde olduğumuz dünya, Erdoğanların dünyası haline geldi. Bugün Türkiye’de yaşananların benzeri, dünyanın birçok yerinde yaşanıyor. Elbette Erdoğan iktidarının dinci gericiliğinin kendine has yönlerini yok saymıyoruz. Sadece dünyada ana eğilimin, ırkçı-faşist hareketler yönünde olduğunu vurgulamak istiyoruz.

Yükselen faşist dalga; ırkçılık, kadın düşmanlığı ve göçmen karşıtlığı zemininde gelişiyor. Egemenler, kendi krizlerini aşabilecekleri dinamikler zayıfladıkça, en vahşi emek rejimine sarılmak zorundalar. 13 yaşındaki çocuğun, sokakta oyun derdinde veya ders sırasında olması gerekirken, MESEM (Mesleki Eğitim Merkezi) projesi kapsamında, ucuz işgücü olarak azami kar sunağına kurban edilmesi bu yüzdendir. Yoksulluğun en derininin kadınlaştığı bir dönemde, açlık sınırında hayatların, artık bu dünyanın normali haline gelmesi bu yüzdendir. Ücretlerin, asgarinin de asgarisine doğru bastırılması, yoksulluğun standardize edilmesi bu yüzdendir…

Neoliberal sermaye birikim rejimindeki tıkanma ve yaşanmakta olan kriz; dünyanın birçok yerinde, aynı zamanda kadını toplumsal cinsiyet rollerine hapsedecek mekanizmaları işletmek için erkek-devlet şiddetini yoğunlaştırmayı ve başta kürtaj olmak üzere, hak gasplarını beraberinde getirdi. 2008 krizi sonrası neoliberalizmin çıplak yüzü, sadece faşist-gerici dikta yönetimlerin olduğu ülkelerde değil, burjuva demokrasisinin beşiği sayılan Avrupa’da da kadına yönelik saldırılarla kendisini gösterdi. Bu, emperyalistkapitalist sistemin cinsiyetçi karakterini çok daha açık göstermiş oldu. Dünyada, emekçi halk düşmanı programların savunucusu olan ırkçı-faşist partiler, bu zeminde güç kazanıyor. Birçok yerde, ya doğrudan iktidar ya da iktidar ortağı oluyor.

Bugün coğrafya fark etmeksizin, kadına yönelik şiddetin zirve yapması, kadın düşmanı politikaların öne çıkıyor olması bir vaka. Ve bunun ardında, patriyarkal kapitalist sistemin aile krizi yatıyor. Bir yandan emek gücünün yeniden üretimini, yani bakım emeğini kadına yüklemenin adresi olan ailenin sarsılmaz varlığı, diğer yandan üretimin devasa toplumsallaşması, kadına ucuz iş gücü olarak sermayenin duyduğu ihtiyaç doğrultusunda, kadının üretime çekilmesi… Bu ikisi birbiri ile sürtünmesiz ilerleyen süreçler değildir ve aile krizi de bu noktada boy veriyor. Evinden çıkan, toplumsal hayatın bir parçası olan kadın, ikincilleştirici her türlü uygulamaya karşı itirazını yükseltiyor. Ev içi köleliği sorguluyor, kendi emeği ve bedeni üzerinde söz sahibi olmak istiyor. Artık onu cendereye alan patriyarka ile çarpışıyor. Şiddetin bunca artmışlığı, işte tam da buradan kaynağını alıyor.

Kadınların, nice mücadelelerin birikimi olarak edindikleri tarihsel-toplumsal kazanımlar, bugün yükselen faşist dalganın hedefi durumunda. Dünyanın birçok yerinde kadın düşmanlığını, doğrudan seçim vaadihaline getiren partiler iktidara geldi. Erdoğan’da, Kürt ve kadın düşmanlığını, adeta göndere çekerek seçimlere yürüdü. Kaybettiği seçimi, sandık hileleriyle aldı. Kürt ve kadın düşmanlığı, ezilen cinsel kimliklere yönelik nefret ile bilediği kara güruhlar üzerinden geliştirdiği iç savaş tehdidi ile muhalefeti paralize etti ve böylece seçimi tartışılmaz kılarak rahatça koltuğuna oturdu.

Cadı kazanlarının kaynadığı, recm seremonileriyle coşa gelinen bir dünyadan geliyoruz ve hala kadının erkekten aşağı, ikinci sınıf görüldüğü, eve hapsedildiği bir dünyada yaşıyoruz. Hiçbir egemen sınıf/toplumsal kesim, bir başka sınıfı veya toplumsal kesimi dilediğince yönetme, ezme, bastırma hakkından kendi rızası ile vazgeçmedi, vazgeçmez. Tıpkı erkek egemenliğinde olduğu gibi. Kadınlar, toplumsal cinsiyetçi eşitsizliğe karşı mücadelede kazandıkları her bir hakkı, hapsedildikleri evlerden dışarı attıkları her adımı, özcesi tüm kazanımlarını mücadele ederek elde ettiler ve savaşa savaşa ancak koruyabilirler. Çünkü egemen olan güç/sınıf/cins; kendi egemenlik haklarını korumak, hegemon güç olarak egemenlik alanını genişletmek için, sürekli saldırı halindedir. Ezilenlere dönük şiddetin bunca artması, Filistin ve Kürdistan’daki vahşet tablosu, kadınların yaşadığı cins kırımı tam da bu yüzdendir. Gecemizi gündüzümüzü kabusa dönüştüren bu şiddet sarmalını kırmadan, müebbetlik hapis yazıldığımız aileyi parçalamadan, bizi insanlığımızdan uzaklaştıran bu dünyayı yıkmadan alacağımız bir nefes yok artık.

Dün çelişkiler bu kadar keskinleşmemiş, saldırılar bu düzeyde azgınlaşmamıştı. Ancak emperyalist kapitalist sistemin krizi, sınıfsal, toplumsal, cinsel çelişkileri artık kısmi reformlarla yumuşatacak bir alan bırakmadı egemen güçlere. Topyekûn, her cepheden saldırmalarının nedeni bu. Ve biz, bu gerçekliği kavramadan attığımız her adımda duvara toslayacak; yılgınlık girdabına saplanmış olacağız. Artık bizim için “sürdürülebilir” bir dünya yok. Bu yüzden bu dünyayı, egemenlerin tepesine yıkmaktan başka kurtuluşumuz yok. Ancak o zaman, yeni bir yaşamın kapısı aralanacak; sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, cins ayrımsız bir dünya filizlenecektir.

Faşist AKP-MHP iktidarının beslendiği damar, ideo-kültürel çatışma alanları
Faşist iktidar seçim sürecini ve sonrasını, ideo-kültürel çatışmayı keskinleştirerek yürüttü, yürütüyor. Bu çatışmayı, kadın düşmanlığı ve ezilen cinsel kimliklere karşı nefret söylemlerinin yanı sıra Kürt halkına karşı yürüttüğü soykırımcı savaş temelinde köpürttüğü şovenizm üzerinden geliştiriyor. Bugünkü koşullarda tekelci burjuvazi de, sömürü çarkını sorunsuzca döndürmek için faşist rejimin bu kodlarına gereksinim duyuyor. İtaat etmeyeni, kendi kaderine razı olmayanı, varoluş mücadelesi vereni bastırmak; emeğin sömürü derecesini yükseltmenin imkan ve koşullarını sağlamaktadır. Zira bu, işçi ve emekçilerin, sınıfolarak sermayenin karşısına dikilmesini engelleyecek; ulus, cins, din-mezhep vb. olarak parçalanıp birbirinin karşısına dikilmesini sağlayacaktır.

İdeo-kültürel çatışma alanları olarak önümüze getirilen tüm gündem ve konular, her zaman sınıflar mücadelesinin birer veçhesi olmuştur. Ama bugün, doğrudan sömürü çarkını hızlandırmanın aracıdırlar. 2016 Temmuz darbe mizanseninden sonra kadın hareketi, tüm baskı ve saldırılara, erkek-devlet şiddetinin geldiği boyuta rağmen, dinmek bilmeyen öfkesi ve mücadelesi ile sokakları terk etmeyerek, toplumsal muhalefet dinamikleri için esinleyici bir örnek oldu. Ezilenlerin öfkesine ve mücadele istençlerine adeta kanal oluşturdu. Kürt özgürlük hareketi, topyekûn savaş konseptine karşı, hiç soluksuz yürüttüğü mücadeleyle, yükselttiği gerilla savaşıyla, sadece Kürt halkı için değil faşizmin topyekûn teslim almak istediği Türkiye halkları için de umudu yeşerten oldu.

Bugün kadın hareketinin, faşist devletin beka sorunu haline gelen (Kürt özgürlük mücadelesinin gelmiş olduğu düzeyin bir sonucu olarak) Kürt sorunu ile ilişkisizliği, onun yumuşak karnını oluşturuyor. Faşist devleti yıkıp devrime yürümeksizin ne kadının ne de Kürt halkının özgürleşmesinden bahsedebiliriz. Ve bugün, devletin genetik kodları ile oynayan iki dinamiktir ezilen cins ve ezilen ulus çelişkisi. Bu temeldeKürt kadın özgürlük hareketi, bu iki dinamiği kendisinde buluşturması ile önemli bir yerde duruyor. Türkiye ayağı, kadın özgürlük mücadelesinin örgütlü ve kavgayı en önde göğüsleyen bölüğü olan Kürt kadın hareketi ile daha ileriden yoldaşlaşarak faşizme karşı mücadeleyi yükseltmelidir.

Tam da bu yüzden biz, Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin keşif kolu olarak, cins çelişkisini sınıfsal ve ulusal çelişkiyle iç içe geçirerek birleşik kadın mücadelesini büyütecek; tüm zamanları kadın zamanı yapacak bir çıkışı örgütleyeceğiz. İkinci sınıf insan olmaya, erkek devlet şiddetine, yoksulluk ve sefalete, beden ve emek sömürüsüne karşı hapishanemiz olan evlerin duvarlarını yıkacak, özgürlük yürüyüşümüze set olan barikatları aşacak, bizi öğrenilmiş çaresizlikle baş başa bırakan patriyarkal kapitalist sistemin bize giydirdiği deli gömleğini yırtıp atacağız. Kadın devrimiyle gerçek kurtuluşumuzun yolunu açacak; hiçbir ezme ezilme, hiçbir sömürü ilişkisinin olmadığı; evsel köleliğin de ücretli köleliğin de tarih olduğu zamanlara yürüyeceğiz.

TC’nin işgal saldırıları ve yayılmacılığı
Türkiye, bölgede yeni Osmanlıcılık hayallerini gerçekleştirme hedefiyle, ulusal güvenlik ve terörizmle savaş adı altında, yayılmacı bir strateji izliyor. Emperyalist-kapitalistler arası rekabetin, güç mücadelesinin birsonucu olarak, Ukrayna, Afrika ve içinde bulunduğumuz bölgede yoğunlaşan savaş ve çatışmaların her birisini, bu stratejisi doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. ABD ve AB ile Rusya-Çin (ve İran) arasında yer yer dengeci bir politika da izleyerek pozisyonunu sağlamlaştırmaya çalışıyor. Azerbaycan’ın Artsakh (Dağlık Karabağ) işgaline bu temelde doğrudan müdahil oldu. Kürdistan’ın diğer parçalarına dönük, başta Rojava olmak üzere -bu emperyalist güç ve savaş konjonktüründe açığa çıkan fırsatlar temelinde- işgal saldırılarını derinleştirmeyi hedefliyor.

Hegemonya krizinin yaşandığı dünyada, bölgesel aktörlerin birçoğu oluşan boşlukları değerlendirme yönünde hamleler yapmaktadır. Ancak nerede bir Kürt kazanımı olsa, bunu kendi beka sorunu olarak gören Türkiye ise, özellikle Rojava ve Güney Kürdistan’da dizginsizce hareket ediyor. Her bölgesel krizi bu temelde değerlendiriyor; NATO dahil her uluslararası örgütte, Kürt halkına düşmanlık çizgisinde politika oluşturuyor, hareket alanını genişletmeye çalışıyor. İçeride ve Bölgede kriz oluşturarak ve çıkmış olanları da kendi ajandası temelinde değerlendirerek ilerliyor.
Faşist Erdoğan iktidarı, “küresel güç”, “büyük devlet” miti ile kitleleri, şovenizmle sersemletmekte ve yeni Osmanlıcılık hayalleriyle kendisine yedeklemektedir. Kürt halkına karşı sömürgeci savaş ve işgal saldırısı ise her daim canlı ve ülkenin adeta bir açık hapishaneye dönüştürülmesinin birincil dereceden nedenidir.

Kürt halkının iradesi değil faşist TC’nin direnci kırılacak
Sömürgeci savaşın geldiği düzey, Rojava’da sivil de olsa asker de olsa kurumların, özellikle enerji, alt yapı ve üretim tesislerinin üzerine bomba yağdırmaya varmıştır. Bir halkın yaşam kaynaklarını kurutmayı hedef alıyor TC. Hem de bunu, açıkça deklare ederek yapıyor. Ve buna karşı, Türkiye’den Kürt halkıyla kader birliği yapan devrimci güçler dışında, hiç kimseden ses çıkmıyor. İsrail’in Gazze halkının üzerine yağdırdığı bombaları lanetleyenler, gözyaşı dökenler; devletlerinin İsrail gibi, bir halkı hedef tahtasına koyduğunu görmüyor, Kürdistan’ın bugün bir başka Filistin olduğunu kabul etmiyor. Adını koyalım, bu yaşanan toplumsal çürümedir. Soykırımcı, sömürgeci devletle, şovenizm üzerinden kurulan içsel bağın sonucudur. Ve bu durumda, savaşın kıvılcımları Türkiye ayağına düşmeksizin, sömürgeci siyasetle kurulan özdeşleşme ortadan kalkmayacaktır. Bu bahiste 1 Ekim Ankara eylemini ve yaratmış olduğu etkiyi anabiliriz.
Yine en son 22 ve 23 Aralık’ta Xakurkê ve Zap’ta, 12 Ocak’ta ve 17 Şubat’ta yine Zap’ta, işgalci TC ordusunun üs noktalarına HPG ve YJA Star gerillalarının yapmış olduğu eylemler, Türkiye’de büyük yankı yarattı. Bu eylemler, savaş gerçekliğinin Türkiye ayağında yeniden hissedilmesini sağladı. Ayrıca her şey kamera ile tespitli olunca, düşman için bu eylemi gizlemek mümkün olmadı, sadece kayıplarını az göstermekle yetindi. Buna rağmen yapılan eylemin etkisi sarsıcı oldu. “İntikamları alındı, alınacak” retoriği artık işlemez noktaya geldi ve burjuva klikler, yekpare bir biçimde tutum alamadılar, kendi içlerinde çatlak sesler çıktı. CHP’nin tüm karşı propagandaya rağmen AKP ile ortak bildiriye imza atmamış olması bunun ifadesidir. Unutturulmak, sadece bir güvenlik ve terör sorunu olarak yansıtılmak istenen Kürt halkının özgürlük mücadelesi, bir kez daha gündemi, burjuva siyasetteki dizilimi belirledi. Bugün Türkiye’de Kürt sorununun -faşizmin varlık gerekçelerinden biri olması hasebiyle- tüm sorunların düğüm noktasında yer aldığı gerçeği bir kez daha görüldü. Türkiye ayağında faşist iktidarın sınır ötesi operasyonlarının sorgulanması sürecini başlatan bu devrimci hamle, faşist iktidarın kırılma anlarından biri oldu.

Faşist AKP-MHP iktidarının, başta Kürdistan olmak üzere bölgede yürüttüğü işgal ve katliam, talan ve yağma üstüne kurulu savaş konsepti; Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi-ekonomik krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilere çıkarma stratejisi; ülkeyi adeta yarı-açık bir hapishaneye dönüştürdü. Türkiye veKürdistan’da faşizme karşı ayağa kalkan, hak mücadelesi yürüten, geleceğini gasp ettirmemek için savaşan, devrim ve sosyalizm mücadelesi yürüten kadın, erkek, genç, yaşlı binlerce insan tutuklandı, ağır tecrit koşullarıyla zindanlarda tutuluyor. Çok açık ki faşizm, aynı zamanda tecridin, en açıktan ve en saldırgan haliyle içeride-dışarıda halklara dayatılmasıdır. Nitekim Kürt halk önderi Abdullah Öcalan şahsında, İmralı sistemi ile zincire vurulmak istenen Kürt halkının iradesidir. Tam da bu yüzden Kürt halkı, birleşik devrim güçleri ve halkların özgür ve eşit yaşam mücadelesinden yana saf tutan devrimci-demokratik güçler; içeride ve dışarıda tecride karşı büyük bir mücadele veriyor. KBDH olarak; Kürt halkının iradesini kırma, Türkiye halklarını sömürü ve sefalet düzenine mahkum etme stratejisinin bir ayağı olan tecride karşı, tüm gücümüzle, her türlü mücadele araç ve biçimiyle savaşım vereceğiz; içeride ve dışarıda İmralı sistemine ve tecride karşı yürütülen mücadeleyi en ileriden sahipleneceğiz.

Faşizm “sana düşman, bana düşman”
Bugün burjuva-faşist iktidarlar; Hitler’den daha pervasız bir şekilde, katliam yapıyor, soykırım suçu işliyorlar. Hitler, yapılanın suç olduğunu ve gizlenmesi gerektiğini biliyordu. Bunlar, yağma ve gasplarını da vahşi sömürü mekanizmalarını da soykırım suçlarını da açıkça yapıyor ve bunun propagandasını yapıyorlar. Kapitalist uygarlık denilen canavarın bu pervasızlıkta hareketi, onun çürümüşlüğünün de ifadesidir. Nazizmi, sistemin bir sapması olarak gösterip unutturdular, ama Rojava’da, Gazze’de yapılanları unutturamazlar. Direnen, kendi kaderini tayin etmek için ayağa kalkan, savaşan halklara; enselerinde patronların boza pişirmesine itiraz eden işçilere; emeği, bedeni ve kimliği üzerinde kendisi dışında kimse söz söylemesin diye sokakları zapteden kadınlara; umutsuz bırakılmışlığa, neoliberalizmin geleceksizlik sarmalında asılı kalmışlığa karşı isyanını büyüten gençlere; yok sayılmanın, bastırılmışlığın her türlüsünü yaşayan ezilenlere bir mesajdır Kürdistan’ın dağına da ovasına da atılan bombalar, avuç kadar Gazze’de iki buçuk milyon insanın üzerine ölüm kusan teknoloji harikası silahlar… Ama egemenlerin bilmedikleri bir şey var; halkların öfkesini ve kinini daha da büyütüyor bu seyirlik hale getirilmiş soykırım saldırıları. Ölümün üzerine yürürcesine, tüm silahlara inat, Kürt halkının yürüttüğü savaş; Kürt halkının yiğit evlatlarının akıllara durgunluk veren Zap’taki eylemleri; Kuzey-Doğu Suriye halklarının Rojava devrimine sahip çıkma iradesi, Filistin halkının direnişi, tam da ezilen halkların dindirilemez öfkesinin ifadesidir.

Faşizm, bu topraklarda kendi kimliği ile yaşamak isteyen herkese düşman. Ulus olarak özgürlüğü için dağda ve ovada onca katliama, soykırım saldırılarına rağmen baş eğmeyen, özgürlüğüne yürüyen Kürt halkına düşman. Fabrikada hakkını arayan işçiye düşman, Urfa’da Özak patronunun boyunduruğunu iki kat daha sağlamlaştıran sarı sendikayı bırakıp başka bir sendikada örgütlenen tekstil işçisine düşman. Agrobay’daboğaz tokluğuna çalışmaktan sıdkı sıyrıldığı için direnişe geçen kadın işçiye düşman. Akbelen’de zeytin ağacına, ormanına; geleceğine sarılırcasına sarılan İkizköy’ün kadınlarına, emekçilerine, doğa savunucularına düşman. Barınacak bir çatı diye gittiği KYK yurdunda, kurtlu-böcekli yemeğe talim eden, yurt asansörlerinde ölüm tehlikesi ile burun buruna yaşayan üniversiteliye düşman. Artık bizi nefessiz bırakan kozamızı yırttık, kendi kaderimizi elimize almak için yola çıktık diyen, erkek-devlet şiddetine karşı direnişi örgütleyen kadınlara düşman. “Sana düşman, bana düşman.” Faşizm, kendi geleceğini arayan, bunun kavgasını veren herkese düşman. KBDH olarak, faşizmin hedefinde olan herkesle, yeni bir yaşamın kavgasını yükselteceğiz.

Biz kadınlar, faşist devleti yıkmayı hedefleyen bir hattı öremezsek, ne kazanımlarımızı koruyabiliriz ne de toplumsal cinsiyetçi rollere hapsedildiğimiz cendereyi kırabiliriz. Bu nedenle tüm antifaşist dinamiklerle buluşarak, kadın militanlığını ve öncülüğünü konuşturarak birleşik mücadeleyi büyüteceğiz. Faşizmi yıkmak, birleşik devrime yürümekse önümüze koyduğumuz hedef, biliriz ki bu devrimci kitle şiddetinin önünü açacak devrimci zoru gerektirir. Dünyanın neresinde olursa olsun, hangi rejim tipi olursa olsun; devrimler, zorun ebeliğinde doğar. Ve ama faşizmse söz konusu olan, bu iki kat daha geçerlidir. Tam da bu yüzden, Kadınların Birleşik Devrim Hareketi olarak, patriyarkal kapitalist sistemin temellerini sarsacak vefaşist rejimle cepheleşeceğimiz her gündem için, kadın özgürlük mücadelesinin her talebi için, tüm mücadele araç ve biçimlerini kullanacağız. Kadın kitlelerine yön gösterecek, hesap sorucu pratiğin, öncü çıkışların örgütleyicisi olacağız!

KBDH Genel Konseyi
05 Mart 2024