ERGÜN ALTUN

Doğum Yeri: Ardahan – Hanak- Sulakçayır Köyü
Doğum Tarihi: 1954
Ölümsüzlük Yeri: Ardahan – Damal
Ölümsüzlük Tarihi: 30 Eylül 1978
Konumu: Sempatizan

1954 yılında Ardahan’ın hanak ilçesi Sulakçayır köyünde doğdu. Devrimci düşüncelerle 1972 yılında ortaokul yıllarında tanıştı. partinin düşünceleriyle tanışmasının ardından devrimci mücadelenin yeni geliştiği bölgede, köylerde propaganda yaparak örgütleme işine başladı. Devrimci faaliyetinden dolayı yöre halkı tarafından sevgi ve saygı duyulan birisi oldu. Liseyi bitirdikten sonra İstanbul’da Sağmalcılar hapishanesi’nde infaz kalemliğinde memur olarak çalışmaya başladı. Ergin’in içinde derin bir halk sevgisi vardı. Aldığı maaşın yanı sıra topladığı yardımlarla 1 mayıs mahallesindeki yoksul insanlara gecekondu yapımında maddi ve manevi olarak yardımda bulunuyordu.

Bu ülkede devrimci olmak çok kolay değil. Bedel ödenmeden devrimci olunmaz, bedel ödenmeden bu ülkeye sosyalizm gelmez, devrim olmaz” diyen Ergin buna uygun olarak haraket ederek mücadeleye seferber olduğu gibi insanları mücadeleye seferber etmeye çalışıyordu. Bölgede çalışmalardan devlet rahatsız olmaya başlamıştı. Çünkü Partinin o bölgede iyi bir taban ve örgütlülük oluşturmuştu. Devlet bu durumdan rahatsız olarak harekete geçti. Bir görev için yoldaşları Ergin’i Ardahan’ın Damal ilçesine gönderiyorlar. Ergin ve yanındaki bir yoldaşı geri dönmek üzereyken Seyfettin Çelik başını çektiği sosyal faşistlerin pususuna düşerler. Ergin yanındaki yoldaşının yaralanması üzerine faşistlerle kavgaya başlıyor. Azılı faşist Seyfettin Çelik ve adamları 30 Eylül 1978 günü Ergin’i katlediyorlar.

O, devrimciliği hayatının her alanında yaşıyordu

30 Eylül 1978’de sosyal faşistler tarafından katledilen Ergin Altın’ı daha iyi tanıyabilmek için kardeşi ve amcasının kızıyla yaptığımız söyleşiyi yayınlıyoruz.

-Bize Ergin Altın’ı kısaca tanıtır mısınız?

Olgun Altın (kardeşi): Ergin abim, 1954 yılında Ardahan’ın Hanak ilçesi Sulakçayır köyünde ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. ilkokul öğrenimini köyde, ortaokulu ise Hanak’ta tamamladı.

-Devrimci düşüncelerle ne zaman tanıştı? Mücadele sürecini anlatabilir misiniz?

-Ortaokulun son yıllarında 1972 yıllarında tanıştı. Köylerde propaganda yaparak, özellikle de devrimci gençleri örgütleyerek mücadelesini geliştirdi. O dönem o bölge devrimci mücadeleyle yeni tanışıyordu. Bunun simgesi de Ergin yoldaş oldu. Köylerde kolektif dayanışmanın ne olduğunu bize anlatmak için bütün gençleri, çocukları toplar köyde ve ilçede yapılması gereken işleri kolektif bir şekilde yaptırırdı. Bu da o yörenin halkının ona sempatisini, ilgisini, onun nezdinde de devrimci mücadeleye katkısını ve ilgisini artırırdı.. Lise bittikten sonra istanbul’da çalışmaya başladı. Sağmalcılar Hapishanesi’nde infaz kalemliğinde memur olarak işe başladı. Maaşı vardı, kalacak yeri de vardı, herhangi bir gideri de olmadığı halde babamdan yine para isterdi. Ben daha çocuktum o zaman anlam veremiyordum buna. Daha sonra öğrendiğime göre 1 Mayıs Mahallesi’nde yoksul insanlara gecekondu yaparlarmış. Hem de maddi olarak onlara destek olurlarmış. Bu yüzden sürekli babamdan para istiyormuş. 1 Mayıs halkı Ergin abi şehit düştükten sonra onun adını yeni doğan çocuklarına vermişler.

-Direkt İbrahim Kaypakkaya’nın düşünceleriyle mi tanıştı? Bahsettiğiniz dönemler TKP/ML’nin yeni kurulduğu dönemler…

-Tabi tabi. Zaten Hanak doğrudan TKP/ML düşüncesiyle tanışmıştır. Başka anlayışlar falan yoktu. Bu potansiyeli gören Devrimci Yol’dan insanlar örgütlenmek için bölgeye sonradan geldi. Ama örgütleyecek insanlar kalmamıştı; herkes örgütlüydü zaten. Kim vardı, işte hırsızlar, sahtekarlar, faşistler vardı… Oraya kurtarılmış bölge deniyordu. Yanlış hatırlamıyorsam Cumhuriyet gazetesi bir manşet atmıştı “Hanak’ta delikanlı militanların saklandığını Mısır’da sağır sultan bile duymuştur” diye. Gerçekten de öyleydi.

-Ergin Altın, aile içinde nasıl birisiydi? Devrimci düşüncelerini ailesine benimsetmiş miydi?

-Ergin yoldaş aile ilişkilerinde bir abi, bir arkadaş, baba, dost… Hareketleriyle, giyimiyle kuşamıyla devrimci ilkeleri o kadar özümsemişti ki her şeyinde onu görebiliyorduk. Yani devrimciliği, devrimi onda görebiliyorduk. Bir gün kar yağdı. Köyde kar yağınca insanların otları dışarında kalır. Babam zengin, traktörü vardı. Köyde durumu iyiydi yani. Yoksullar zor durumda kalmasın diye bir gün babama geldi “traktörü bana vereceksin” dedi. Babam “ne yapacaksın” dedi. O da “benim işim var. O insanların traktörü yok, otları dışarıda kaldı, onları taşımam lazım” dedi. Babam vermek istemedi. Babama güç kullanarak “ben buna el koyuyorum” diyerek traktörü götürdü, arkadaşlarını toplayarak on gün içinde bütün yoksul köylünün işlerini yaptı. Babamın otları da dışarıda karın altında kaldı. Böyle bir adamdı…

-Sizinle tartışmaları olmaz mıydı hiç?

-77-78 dönemleri, devrimciler ya şehit düşüyor, ya tutuklanıyor. Aile doğal olarak da her anne babanın yaptığı gibi “ya oğlum devrimci ol da ucundan tut, fazla kendini ileri atma” derdi. Ergin abi de “anne ben devrimci olarak öleceğim. Ben çok yaşamayacağım bunu da bil, kendini buna alıştır. Bu ülkede devrimci olmak çok kolay değil. Bedel ödenmeden devrimci olunmaz bedel ödenmeden bu ülkeye sosyalizm gelmez, devrim olmaz” derdi. Babaannem vardı, ona “babaanne bak sen yıllarca ezildin, çalıştın, tırnaklarınla yıllarca taşları kazıdın, bu hale geldin ama hala eziliyorsun. Biz devrim yapacağız, seni en güzel yerlerde yaşatacağım, sen emeğinin hakkını mutlaka alacaksın, insanlara yakışır, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayacaksın” derdi. Babaannem de onun sırtına elini vurur, “oğlum ben de devrimciyim, ben de sizinle beraber devrim yapacağım” diyerek ona destek verirdi. Babaanneme özellikle devrim adına git, neyi istersen alırdın. Babaannem Ergin yoldaşın ölümünden sonra gece gündüz ağlardı. Çok dinç olmasına rağmen iş yapamaz hale geldi. 1982 yılında Ergin abinin acısına dayanamayarak öldü. Ergin abi, devrimciliği özümseyen hareketlerine duruşuna yansıtan ender insanlardan bir tanesiydi. Her şeyinde onun devrimciliğini görürdük.

-Ergin Altın nasıl şehit düştü?

-Kars’ta öğretmen okulu açılınca arkadaşları onun öğretmen okuluna girerek öğretmen olmasını istiyorlar. Kars o dönemler TKP/ML’nin çok örgütlü olduğu bir bölge. Hatta kurtarılmış bölge olarak da söyleniyordu. TKP/ML orda çok iyi duruma gelmeye başladı. Burjuvazi gerçekten de çekinmeye başladı devrimcilerden. Ergin yoldaş diğer yoldaşlarıyla birlikte köylere gider, köy halkını toplarlar propaganda yaparlar, akşam da kapalı bir mekanda konser verirlerdi insanlara. Ve insanlar saatlerce onları dinlerdi. Bu tür propaganda ve etkinlikler her geçen gün daha da artmaya başladı. Bu etkinliklerden kendine devrimciyim diyen sosyal faşistler rahatsız olmaya başladılar. Bir görev için arkadaşları Ergin yoldaşı Ardahan’ın Damal ilçesine gönderiyorlar. Damal’da o gece kalıyor, sonra erkenden gerekli olan görevi neyse onu yapıp okuluna tekrar geri dönecek. Seyfettin Çelik denen namussuzun öncülüğünde bu sosyal faşistler pusu kuruyorlar. Ergin abi, arkadaşıyla buluşuyor. Pusunun biri de arkadaşının üzerine. Çünkü katil Seyfettin Çelik, ilk kurşunu arkadaşına sıkıyor, o zaman Ergin abi kendini arkadaşının önüne atıyor. Ve yaralanıyor. Bu kadar da arkadaşına, devrimci mücadeleye bağlı biri yani. Silah olmamasına rağmen katili alıyor altına, dövüyor. O boğuşma sırasında katil, alttan tetiği çekerek Ergin yoldaşı kalpten vuruyor. Tarih 30 Eylül 1978. Bunu duyan Kars, Ardahan halkı, cenazeye akın ediyor. Cenaze devrimci bir anma düzenlenerek defnedildi. Akabinde 12 Ekim’de bir miting düzenlendi. Hanak o dönem bin nüfuslu bir yer olmasına rağmen kortej, Hanak’ın uzunluğundan daha uzundu. Anmaya 6 bin civarında insan katıldı. O dönem gazeteler de buna yer verdi.

-Bizimle paylaşmak istediğiniz anılarınız var mı?

-Yakın bir köyde zengin bir ağa vardı. Güçlü de birisi. Yoksul köylünün otlarını yediriyor hayvanlarına. Tabi köylü parasını istiyor. Ağa vermiyor. Ağa vermeyince Ergin abi de arkadaşlarını alarak ağanın hayvanlarını kamulaştırıyor. Diyor ki “ben bu hayvanlara halk adına el koyuyorum, çünkü sen bu halkın parasını ödemedin”. Ağa buna tabi karşı koyuyor. Bu da götürüyor yaylada saklıyor hayvanları ve ağaya haber gönderiyor; “halkın parasını vermezsen hayvanlarını vermeyeceğiz” diye. Ağa sonunda parayı vermeye razı oluyor. Bunu halk duyunca çok seviniyor. insanlar ağaların hukuk tanımadığını ve devletin buna karşı bir şey yapmadığını ama devrimci gençlerin bu sorunları çözebileceğini bir şekilde görüyor. Bu olayla o zaman hem devrimci mücadelenin gücünü de göstermiş oluyorlar. Yine Kars’ta okurken bir devrimci arkadaşının annesi mantı yapıyor. Bizim köylerde “hengel” derler ona. O, mantıyı çok severdi. Evden uzak olduğu için mantıyı çok özlemiş. Mantı geliyor, mantıya bakıyor, bu mantı bana yeter mi yetmez mi hesabı yapıyor önce. Bir taraftan sayıyor, bir taraftan da yiyor. Tam 92 tane mantıyı tek başına yiyor. Bu da bende büyük bir anıdır. Ergin abim, özellikle giyim konusuna, çalışma konusuna çok özen gösterirdi. “Devrimciler mutlaka çalışmalı, üretmeli, asalak olmamalı” derdi. Giyimine de çok özen gösterirdi. O zaman köy yerinde elektrik yoktu, ütü yoktu ama o her hangi bir şeyi ısıtarak ütü yapardı. Ütüsüz hiçbir şey giymezdi. Bu yüzden arkadaşları Ona “ütülü” lakabını takmıştı.

OYUNLARIMIZDA BİLE KAVGASININ HAYALLERİ VARDI…

Tonya Altın (Amcasının kızı): Onun en iyi hatırladığım yönü; çocukları çok seviyordu. Evdeki tüm olumsuzluklara karşı hep güler yüzlüydü. Bütün çözümleri hep O üretirdi. Herkesle arası çok iyiydi. Kimin arasında çelişki varsa Ona giderlerdi. Bir şekilde çözerdi. Onunla oyunlarımızı hatırlıyorum. Yani oyunlarımızda bile kavgasının hayalleri vardı. Devrim olunca böyle yapacağız diyerek oyunla bize devrimi anlatırdı. Yaşamının bütün alanlarında kavgası vardı. Bize slogan attırıp kasete alırdı. Kendisi de şiir okurdu. En çok sevdiği bir “çingene” şiiri vardı, bir de Nazım Hikmet’in “sevdam” şiiri. Onun şiirleri bize ninni gibi gelirdi, biz onun şiirleriyle uyurduk. Koskocaman bir yaşam birkaç satırla nasıl anlatılır ki… Annemler “sen de ölürsün” dediğinde “ben kavgada ölürsem benden mutlu insan yok” dermiş, annemler anlatırdı hep. “Ondan büyük mutluluk mu var” dermiş…