ON İKİLERİN DİRENME VE KAZANMA AZMİYLE, GÜNÜN VE ANIN GÖREVLERİNE SARILALIM!

68 Nolu Açıklama   

Ölümü değil, halk adına kazanmayı ve zaferi düşünüyordu Onikiler. Ölümü düşünüp zafere inanmamak, karamsarlık ekerdi direnişçilere. Kazanmak istiyor, zafere inanıyorlardı ve iradeleriyle direniyorlardi. Ölerek ölümü eziyor ve böyle kazanıyorlardı zaferi.

Karamsar değillerdi ve olamazlardı da. Çünkü yenilgiler gibi zaferleri de vardı. Çünkü halktan ve haklılıklarından aldıkları güçle uzanıyorlardı geleceğe. Gelecek adımlarını tereddütsüz atarken devrimci ideolojilerinden feyz alıyorlardı. Yine geleceğe uzanan köprüyü inşa ediyor ve anlamlı kılıyorlardı.

Ölüm karşısında karamsar olmayanların zaferden başka kesin uğrakları yoktur ve olamazda. 96 Ölüm Orucu(ÖO) ve Süresiz Aclik Grevi(SAG) direnişçileri ölümü küçülterek yendiler. Ve ölümün ufkundan koparıp aldılar zaferi. Bu somut tecrübe bizler için temel bir klavuzdur. Hep kötüye değil, iyiye de bakmasını bilenler, güçlü olurlar. Hep geriye değil, ileriyede bakmasını bilenler geleceğe ilerlerler. Ve ancak gelecek için savaşanlar geleceği kazanırlar.

          Ölüm Orucu Direnişi Sebepsiz değil,Haklıydı!

İktidarlarına karşı muhalif tek bir sese dahi tahammül gösteremeyen faşist Türk devleti, alternatif güçlere hiç tahammül gösteremez. Sistemlerinin bekası için bütün topluma korku salar ve terör uygularlar. İktidarlarına yönelmiş her haraketi acımasızca bastırır ve kana boğarlar. Rahat yönetilen, itaatkar ve uysal bir toplum yaratmak için devrimci ve komünist güçler devletin en azgın saldırılarının hedefi olurlar.

Politik İktidara yönelmiş devrimci ve komünist hareketin diri bulunduğu alanlardan biride kuşkusuz hapishanelerdir.

Hapishaneler, devletin gücünü kanıtlamaya çalıştığı, istediği zaman istediği şekilde saldırılarını yapabildiği ve kanlı yüzünü göstererek halka korku salıp sindirmeye çalıştığı ve bu amaçlarını gerçekleştirdiği alanlardan biridir.

Hakim sınıflar esaret koşullarından yararlanarak, iradeleri dışında hiçbir silahı olmayan ve fiziksel denetiminde bulunan özgür tutsaklara pervasızca saldırarak tüm muhalif kesimlere mesaj verip toplumu ölüm sessizliğine gömmeye çalışır. Aynı zamanda bu saldırılarla güçlülüğünü ispatlamak için de özgün bir alan olan hapishaneleri özellikle kullanır.

Topluma yönelik plan ve projelerini gerçekleştirmenin ilk adımlarını çoğu kez hapishanelerde devreye sokar. Tutsak alınmış devrimci ve komünistlerin teslim alınıp kişiliksizleştirilmeleriyle emeçi halkımızın moral değerlerini çökerterek halklarımızı derin bir umutsuzluğa sürüklemeye çalışır ve devrimci mücadele yürütenlere de yaptıkaları işin ne kadar anlamsız ve sonuçsuz olduğunu götermeyi amaçlar. Bu amaçları doğrultusunda devrimci ve komünist tutsakların politik kimlik ve kişiliklerini saldırı nişangahina oturtarak her türlü yol ve yöntemle yok etmeyi stratejik ve politik olarak  uygulamaya koyar.

Tarih boyunca hapishanelerde sürekli uygulandığı katliam ve işkencelerle devrimci ve komünist tusakları teslim alma siyaseti devrimci-komünist kişilik ve iradelerinin zırhina carparak geri düsen devlet, mevcut saldırilarına yeni boyut ve biçimler katarak tırmandırıyor. Tecrit, izalasyon ve tredman politikalarıyla bu amaçlarına ulaşma gayreti içine girmişlerdir. Bu amaca ulaşmasının vaz geçilmez bir ayağı da özgür tutsakları birbirinden yalıtılmış sekilde hücrelere kapatmaktan geçtiğini görüp F Tipleri tecrit ve tredman politikalarının uygulanabilmesinin fiziksel mekanları olarak devreye sokuldu.

F tiplerine geçilmeden önce, tredmandan beslenen tecrit ve izolasyon uygulaması 1989 yılında Aydın ve Eskişehir tabutluklarına gerçekleştirilen sürgün sevklerle denendi. Devrimci ve komünist tutsaklar hücre tabutluklarına kapatılarak örgütlü direnişlerinin kırılıp teslim alınmaları hedeflendi. Ne var ki, Eskişehir ve Aydın tabutluklarına gerçekleştirilen sürgün sevklere karşı genel bir direniş yükseldi, direnişte iki tutsak şehit düştü. Direniş sonucunda Eskişehir-Aydın tabutluğu kapatıldı ve tabutluk uygulaması geçici de olsa geri çekildi.

Komünist ve devrimci tutsaklar üzerinde oynanan oyunlarla tredman saldırısı sinsice uygulana geldi. 1996’lara gelindiğinde, özgür tutsaklar üzerindeki hain emeller hız kazanarak tırmandı. Geliştirilen kapsamlı saldırılar karşısında, özgür tutsaklar cephesinden Ölüm Orucu biçiminde büyük bir direniş yükseldi. Devrimci ve komünist tutsakların politik kimlik ve kişilikleri başta olmak üzere yaşam haklarına kasten gelişen stratejik saldırı dalgası, 1996’da ciddi boyutlara varmıştı. İzolasyon, tecrit ve tredman politikası gerçekleştirilerek, tutsaklar teslim alınıp kişiliksizleştirilip kimliklerinden arındırılmak isteniyordu. Bu vahim saldırı asla kabul edilemez, sessiz kalınamazdı. Ölüm pahasına da olsa bu saldırı püskürtülmeliydi. Dayatılan, ya teslim olarak kişiliksiz ve düşkün-sefil bir yaşamın benimsenmesi, ya da onurlu yaşamı ölüm pahasına benimsemekti. Bu ikilem karşısında, komünist ve devrimcilerin tercihi gün kadar açık, tutumları tartışma götürmez kadar netti. Onursuz yaşamaktansa onurlu ölüm yeğdi! İşte 1996 ÖO ve SAG irade direnişine böyle gelindi.

10 Mayıs 1996’da Ölüm Orucu zafer yürüyüşü büyük bir coşku ve kararlılıkla başladı. Kırılmaz bir irade ve büyük fedakarlıklar eşliğinde deri-kemik erimiş bedenlerle sürdürülen irade direnişi, 27 Temmuzda 69-70’li günlere gelindiğinde, 12 Kızıl Karanfil’i halklarımızın davasına armağan ederek devrimci komünist iradenin zaferiyle sonuçlandı. Hakim sınıflar bir kez daha tecrit-izolasyon ve tredman saldırı planlarını ertelemek zorunda kaldılar, saldırarak yenilgiyi tattılar. Aynı zamanda komünist ve devrimci iradenin gücü bir kez daha kanıtlanmış oldu.

Direnişin önderliğinde rol oynayan ve direnişin önemli güçlerinden olan Partimiz, bu irade savaşında üç üyesini fiziken yitirerek zaferin kazanılmasında üstüne düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirmiş, zaferi omuzlamada belirgin rol oynamıştır. Diğer siper yoldaşlarımızda aynı sorumluluk ve rolü yerine getirmiş, devrimci hareket direnişten alnının akıyla çıkmıştır. DHKP-C, beş üye ve militan direnişçisini; MLKP, bir kadrosunu; ve direnişi SAG biçiminde yürüten TİKB, üç üye ve militan direnişçisini fiziken yitirerek zaferi omuzlamışlardır. Diğer Ölüm Oruçlarından farklı olarak bu direnişte bir kadın direnişçinin (Ayçe İdil ERKMEN) şehit düşmesi, bir ilk olması bakımından direniş ve zafere ayrı bir anlam katmistır.

1996 Ölüm Orucu zaferinde en belirleyici öge olan kahraman şehitlerimiz ve gazilerimizle birlikte diğer irade direnişçileri dışında, zaferin kazanılmasında ikincil derecede rol oynayan diğer etkenleri tecrübe edinmek açısından doğru değerlendirmek ve görmek önemlidir. Kısaca değinecek olursak;

Bir; 1996 Ölüm Orucu, o tarihe kadar en kitlesel ÖO direnişi örneğini temsil etmekteydi. Coğrafyamız dahil, dünya çapında bu sayıda direnişçiyle başlamış bir ÖO yaşanmamıştı. Ölümler art arda geliyor, ilk kez bir kadın direnişçi şehit düşüyor ve ölüm sayısı artarak devam ediyordu. Bütün bunlar, böylesi bir tecrübeye sahip olmayan egemen sınıfları paniğe sürüklüyor ve artan ölümlerin yankısı dalga dalga gelişerek uluslar arası alana yansıyarak hakim sınıfları uluslar arası baskıyla yüz yüze getiriyordu.

İki; devrimci ve komünist tutsaklar arasında önemli bir ortaklık ve birlik yakalanmış, direniş cephesi oldukça geniş bir yelpazeye oturmuştu. Tutsakların direnişte ortak hareket edip birlik sağlamaları önemli bir olguydu. Tutsaklardaki ortaklık ve siper yoldaşlığı duygu ve bilinci, dışarıdaki direnişe de olumlu yansıyarak dışarıdaki mücadelenin büyümesine yol açmış, oldukça güçlü bir destek hareketi boy göstermiştir. Dışarıda genel kamuoyunun duyarlı kılınıp çeşitli biçimlerde harekete geçirilmesinde başarılı olunmuştur.

Üç; İç ve dış konjönktür uygun olup bu kapsamda kamuoyu desteğinin kazanılmış olması, Türkiye-Kuzey Kürdistan da devrimci hareketin nispeten canlı olup gelişmesi yine önemli etkenlerdi. Eylemin zamanlaması, haklı ve meşru oluşu ve doğru önderlik altında yürütülmesi gibi ögeler son derece önemli unsurlardı.

Dört; Ölüm Orucunun kararlı, ilkeli ve zafere kilitlenerek yürütülüp hiçbir biçimiyle sulandırılmadan ve ölümü hiçleştirerek büyük iradenin net biçimde sergilenmesi, ayirdedici bir yandı. Kazanma inancının eksiksiz kadar tam olması ve bu bilincin pratik tutumda keskin olarak ortaya konulması, yani ölümlere rağmen kazanma ısrarının gevşetilmemesi önemli bir avantaj sağlıyordu zaferin koparılmasına. Bunlar ve diğer kimi etkenler zaferin kazanılmasına hizmet eden şartlardı.

Devrimci ve komünist iradenin doğru ve bilimsel olarak kullanıldığı taktirde aşamayacağı hiçbir zorluğun olamayacağı, bir kez daha altı çizilmesi gereken temel bir tecrübedir.

Hiçbir mücadele desteklerinden kopuk biçimde ve doğru önderlikle birlikte belli koşullar bir araya getirilmeksizin kendi başına zafere ulaşamayacağı, ama tersi durumda ise hiçbir gerici güç ve zorun devrimci zafere bent olamayacağı 1996 ÖO ve SAG irade savaşıyla yeniden gösterilmiş oldu.

12. yıl dönümünde 1996 ÖO direnişi zaferinin köşe taşları olan On iki Kızıl Karanfili saygıyla anarken, bilinç ve iradeleriyle kazanıp devrimci dünyaya armağan ettikleri zaferi coşkuyla karşılıyor, kuşanıyoruz. Büyük irade savaşı zaferinin emektar gazilerini ve 10 Mayıs 27 Temmuz siper yoldaşlığı ruhuyla zaferi omuzlayan direnişçileri devrimci duygularımızla selamlıyoruz.

1973 yılı 27 Temmuzda Hindistan gericiliği tarafından işkencede katledilen Naksalbari Hareketinin komünist önderi Çaru MAZUMDAR’ı enternasyonalist bilinç ve duygularımızla saygıyla anarken, Hindistan gericiliğini lahnetliyoruz.

YAŞASIN 1996 ÖLÜM ORUCU VE SÜRESİZ AÇLIK GREVİ DİRENİŞİ VE ZAFERİ!

1996 ÖLÜM ORUCU VE SAG ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!  

YAŞASIN SİPER YOLDAŞLIĞI VE DEVRİMCİ DAYANIŞMA!

ÇARU MAZUMDAR YOLDAS ÖLÜMSÜZDÜR!

KAHROLSUN FAŞİZM YAŞASIN HALK SAVAŞI!

YAŞASIN MARKSİZM-LENİNİZM-MAOİZM! 

 Maoist Komünist Partisi  

 Merkez Komitesi-Siyasi Bürosu                                                                                                                                                                                        

                                                                           Ağustos 2008