KIZILDERE DİRENİŞİNİ SELAMLIYORUZ! YAŞASIN GEÇMİŞİMİZİN ONUR ABİDELERİ!

56 Nolu Açıklama

Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası ve halkları, komünist partisiyle tanışır tanışmaz, Mustafa Suphilerin coğrafyamıza dönerken Karadeniz’de Kemalist faşist diktatörlük tarafından hunharca katledilmesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler neticesinde devrim ateşi küllenerek onyıllar boyu derin bir ölüm sessizliği ve tasfiyeci reformizmin kuşatmasına

gömüldü.

Devrimci hareketin yeniden dirilişi uzun yıllar aldı. 1966-1968’li yıllarda Çin Büyük Proleter Kültür Devriminin dünyayı saran muazzam etkisi, coğrafyamız devrimci gençlik hareketini de sarmış ve sarsmıştır. Bu yıllarda anti-emperyalist temelde gelişmekte olan gençlik hareketi dünya ölçeğindeki gelişmelerin etkisi, Marksist-Leninist-Maoist klasiklerin Türkiye-Kuzey Kürdistan’a girişi ve çevirisinin giderek yaygınlaşması, yoğun işçi ve köylü direnişleri ile boy gösteren devrimci kabarış, devrimci durumun elverişli oluşu ve devrimci gençlik hareketinin taşıdığı dinamikler gibi bütünlüklü şartların etkisiyle hızlı bir yükseliş gösterdi. Bu dönemin bir özelliği de, Sovyetler Birliğindeki geriye dönüşle birlikte, uluslararası komünist hareket içinde tartışma ve bölünmeler coğrafyamızın gençlik hareketine yansıyor ve bunun zemini üzerin de bir ayrışma yaşanıyordu. Saflaşmalar, Sosyalist Devrim- Milli Demokratik Devrim ekseninde yürütülen tartışmalarda netleşerek sonuçlanmıştı. Sosyal emperyalizm tartışması önemli bir ayrışım noktasıydı. Rusya’yı sosyal emperyalist değerlendirerek, Çin Komünist Partisi (ÇKP) çizgisini savunan kesim aynı zamanda Milli Demokratik Devrim tezini savunuyordu. Rusya’yı sosyalist değerlendiren kesim ise sosyalist devrimi savunuyordu. Bu ağırlıklı ideolojik mücadele; politik iktidarın nasıl ve hangi biçimlerde zapt edileceği noktasında derin-keskin bir saflaşmanın kaderini tayin ettiği gibi ideolojik- pratik gelişme ve netleşmeye de yolaçıyordu.

1970-71’li yıllarda gerçek devrimci özüne kavuşan devrimci hareket, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrim tarihinin yeni bir dönüm noktasındaydı. THKO, THKP- C,TİİKP ‘ nin kuruluşu bu temeller üzerine ve bu zeminde billurlaştı. Daha sonra ise, aynı süreçte Milli Demokratik Devrim cephesinde bulunan TİİKP içindeki ideolojik mücadeleler TKP(ML)’nin doğuşuna tanıklık etti.

12 Mart 1971 yarı-askeri faşist cuntası bu devrimci yükselişin engellenip ezilmesine dönük olarak generaller çetesi tarafından gerçekleştirildi. Hakim sınıflar faşist cuntanın arkasındaydı ve bütün enerjileriyle destekliyorlardı.

12 Mart yarı-askeri faşist cuntası, devrimci harekete azgınca saldırıya girişti. Dizginlerinden boşanırcasına adeta komünist ve devrimci yapılara saldırıyordu ve bu KAYPAKKAYA’ nın kurduğu TKP(ML)’ ye kadar uzanıyordu. Bu faşist saldırı dalgası 1972’ye geldiğinde, 12 Mart cuntası, devrimci ve komünist hareketi önemli oranda darbelemiş- baltalamıştı. 1973’te TKP(ML)’ninde darbelenip giderek örgütsel yenilgi almasıyla birlikte, devrimci ve komünist hareket tamamen örgütsel yenilgi almış ve önderleri katledilmişti.

Kurulan bu devrimci parti ve örgütler cuntaya karşı direnişini, silahlı mücadele-gerilla savaşı biçiminde çıkışlarıyla gerçek devrimci mecraya çektiler. THKO ve THKP-C, öncü savaşı perspektifiyle dağlarda (kırlık bölgelere) ve şehirlerde öncü gerilla savaşını başlattılar. TİİKP ise köylük bölgelerde çalışmalar yürütmesine karşın gerilla savaşı perspektifi zayıf ve pasifist-revizyonist bir hatta ilerliyordu. Tarih 1972 Nisan’ına gelindiğinde KAYPAKKAYA TİİKP’ ten ayrılarak Halk Savaşı perspektifiyle Maoist çizgide TKP(ML)’nin kuruluşunu ilan ederek bu pratiğe fiilen girdi. Coğrafyamız yeniden komünist partisi ile buluşmuş oldu.

12 Mart yarı-askeri faşist cuntası sonrası, 16 Mart 1971 tarihinde Sivas- Şarkışla’da yaşanan çatışmada, Yusuf Arslan yaralı yakalandı. Çatışmada yakalanmayan Deniz Gezmiş ise, kısa süre sonra Gemerek’te yakalandı. Hüseyin İnan ise, Nurhak’ a giderken Pınarbaşı’nda yakalandı.

Denizlerin serbest bırakılmasını sağlamak için eylemlerde bulunan Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan, Nurhaklar da girdikleri çatışmada 31 Mayıs 1971’de şehit düştüler. 12 Mart faşist cuntasının saldırıları tüm ağırlığıyla sürüyordu. Ama devrimci gelenekte aynı kararlılıkla sürdürülüyordu. Karamsarlık ve yılgınlığa tövbe dedirten devrimci direniş cuntaya karşı dikiliyordu. THKO’ nun Amerikalıları kaçırma eylemi, Ankara’ daki banka soygunu gibi eylemler göze batan eylemler olarak direnişi gösteriyordu. Zira bu eylemler öncü savaşının başlatmasına dönük hazırlıklardı.

THKP-C ve THKO, Denizlerin idamının engellenmesi ve serbest bırakılmalarına yönelik bu kezde Ordu-Ünye’de bulunan İngiliz radar üssündeki üç ‘teknisyen” in kaçırılması eylemini gerçekleştirdiler. Yanındaki rehinelerle, Tokat- Niksar’ın Kızıldere köyüne giderler.

Burada bulunmalarının diğer sebebi ise cuntaya karşı direniş tutumu ve mücadelesiydi. Kuşkusuz ki, Kızıldere’de bulunan Mahir Çayan önderliğinde, sekiz THKP-C ve iki THKO kadro ve savaşçısı olmak üzere toplam 10 devrimci 30 Mart 1972’ de faşist cunta saldırıları sonucunda katledildiler. Yaşanan katliamlar ve yakalanmalar sonucunda, THKP-C ve THKO önderleri ve kadrolarını yitirerek örgütsel yenilgi aldı. Buna karşın Kızıldere katliamı; ‘ biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” haykırışıyla düşmanı kahreden büyük geleneği de temsil etmektedir.

Kızıldere katliamı THKP-C’ nin önderi Mahir Çayan ve birlikte dokuz devrimci kadronun katledilmesinin yanısıra büyük bir direniş sembolü olarakda Türkiye-Kuzey Kürdistan sınıf mücadelesi tarihinde önemli bir yer tutmaktadır. Kızıldere’de sergilenen direniş geleneğinden öğrenmeliyiz. Bu geleneğin altında salt bir direniş yatmamaktadır. Onda devrimci dayanışmanın münevver örnekleri de öğrenilmesi gereken bir hazinedir. Dönemin en büyük özelliği devrimci dayanışma kültürünün ve direniş geleneğinin belirgin bir biçimde öne çıkmış olmasıdır.

Elbette, Kızıldere katliamının gerçek- ana nedeni, silahlı mücadeleye varmış olan devrimci kabarışın düşmanın uykularını kaçıran gerçekliğidir. Ne varki, Denizlerin idamının önlenmesi için girişilen pratik de katliamı gündeme getiren somut bir vesiledir. Devrimci dayanışma kültürü ve partinin ne düzeyde olduğunu görmek için, KAYPAKKAYA’ nın Sinan Cemgillerin ihbarcısı olan Muhtar ( Mustafa Mordeniz)’in cezalandırılması, Denizlerin idamının engellenmesi için gerçekleştirilen İngiliz teknisyenlerin kaçırılması eylemi ve sonrasında THKP-C ve THKO ‘lu devrimcilerin yine birlikte bir direniş içinde bulunulup katldilmelerindeki öze bakmak yeterlidir.

Ne yazık ki öğrenilmesi ve klavuz edilmesi gereken tarih ve devrimci mirasımız İbrahim, Mahir ve Denizlerin geleneği başta olmak üzere devam edegelen devrimci mücadele tarihimizde de bolca mevcutken bundan gereğince yararlanıp ve yaygınlaştırma konusunda oldukça zayıf bir durumla karşı karşıya olduğumuz sarih biçim de ortadadır. Dolayısıyla, bu tarihimizden ve Kızıldere’den öğrenmeyi önemsemeliyiz.

Günümüzde devrimci ve komünist hareketin yaşadığı zaafiyetler ve olumlu geleneklerin giderek küllendiği izlenebilecek kadar açık, bir okadar da hüzün verici bir realitedir. Devrimci ve komünist hareket, boy vermiş bu hastalıklarından kurtulmalı, reformizm- revizyonizm ve her türden tasfiyeci akıma göğüs gererek İbrahimlerin, Mahirlerin ve Denizlerin açtığı devrimci komünist çığırda sebat etmelidir. Devrimci tarihimize bütünlüklü sahip çıkma kültürü ile Denizlerin “idam sehpalarını tekmeleme”  cüretini, Mahirlerin  “ dönmeye değil, ölmeye geldik” kararlılığını ve İbrahimlerin  “ser verip sır vermeme” ilkeli duruşunu, yani 30 Martları, 6 Mayısları ve 18 Mayısların ruhunu ortak değerlerimiz olarak kuşanmalıdır. Bu ruhu kuşanmanın önemli bir parçası da devrimci dayanışma kültürünün söylemden çıkarılarak pratik tutumlarda somutlaştırılmasıdır. Maoist Komünist Partisi’nin önder kadro, üye ve savaşçılarının içinde olduğu 17’lerin katliamında uluslar arası boyutu da kapsayan en geniş kesimlerce gösterilen o muazzam devrimci dayanışma mutlaka yaygınlaştırılarak kılavuz edinilmelidir. Bu pratik o potansiyelin olduğunu göstermektedir.

Faşist devlet terörü, dün olduğu gibi bugün de halkımıza ve devrimci-komünist harekete azgınca saldırmakta ve aynı zamanda özellikle silahlı mücadelenin tasfiye edilmesini hedeflemektedir. Kimi hareketler şahsında düzen içi duruş ve arayışlar olarak gündemde olan somut durumla belli bir başarı sağladığı da açıktır. Ve genel olarak devrimci ve komünist hareketi marjinalleştirerek ve çeşitli darbeler vurarak zayıflattığı kabul edilmesi gereken bir doğrudur. İşte bu koşullarda ortak devrimci tarihimize ve bu bağlamda devrimci tarihimizin bir parçası olarak Kızıldere direniş geleneğine sahip çıkmak oldukça önemlidir. Dar grupçu yaklaşımlarla bu devrimci tarih ertelenemez, ideolojik yaklaşım adına küçümsenip “bize ait olmayan” olarak görülemez.

Kuşkusuz ki, ülkemiz devriminin yolu, Halk Savaşı yoludur. Gueveracı maceracı çizgi ve öncü savaşı değildir. Ülkemiz devriminin ideolojik, politik ve örgütsel çizgisi, KAYPAKKAYA’nın teorik tahlil ve tespitleriyle ortaya konan ve TKP(ML)’nin bugün ki temsilcisi MKP’de somutlanan Maoist ideoloji ve çizgidir. Ne var ki bu çizgi, ortak devrimci tarih ve geleneğin sahiplenilmemesini değil, bilakis sahiplenilip öğrenilmesini gerektirir.

Faşist Türk hakim sınıflarının Kürt-Türk ulusu ve çeşitli azınlık milliyetlerden halklarımıza uyguladığı baskı, sömürü ve katliamlarının artarak devam ettiği günümüzde, daha bilinçli ve güçlü karşı koyuşla Halk Savaşını yükseltmek elzemdir.

Bu bilinçle; 30 Mart Kızıldere direniş ruhunu selamlarken, katliama verilecek en iyi yanıtın devrimci dayanışma kültürü ve devrimci-komünist mirasın layıkıyla temsil edilip yaşatılması olacaktır. Bir kez daha Kızıldere şehitleri ve onlar şahsında, tüm devrim ve komünizm şehitleri önünde saygıyla eğiliyoruz. Yaşasın, tarihimizin onur abidesi devrimci önderler!

30 MART KIZILDERE ŞEHİTLERİNİ VE DİRENİŞİNİ SELAMLIYORUZ!

KIZILDERE KATLİAMINI LANETLİYORUZ!

KAHROLSUN 12 MART FAŞİST CUNTASI!

KAHROLSUN FAŞİZM, YAŞASIN DEVRİMCİ MÜCADELE VE DAYANIŞMA!

YAŞASIN HALK SAVAŞI!

YAŞASIN MARKSİZM LENİNİZM MAOİZM!

Maoist Komünist Partisi

Merkez Komitesi-Siyasi Bürosu

Mart 2008