Kadınların özgürlük mücadelesinin önemli dönemeçlerinden biri olan 8 Mart 1857 tarihi, kadın işçilerin direniş çizgisindeki militanlığı ile bu militanlıktan çıkış bulan devrimci yıkıcılığın politik gereklerini anlatması bakımından, önemli bir tarih yazımı olarak kendisini ezilenlerin hanesine yazdırmıştır.
1910 yılından bu yana Clara Zetkin’in katledilen kadın işçiler anısına verdiği ve kadınlar tarafından büyük bir coşku eşliğinde kabul edilen, ‘kadınlara ait bir gün’ önerisi o günden sonra tüm dünyadaki kadınların özne olarak alanlara aktığı, sloganlarını, istemlerini ve mücadele pratiklerini erkek egemen sisteme ve erkek egemenliğine karşı politik itiraza dönüştürüldüğü bir gün olarak kabul edildi. Nitekim bugün de 8 Mart’ın politik-pratik rehberliği, dünyanın tüm ezilen- emekçi kadın ve LGBTİ+’ları için aynı önem ve aidiyetle anılmakta; durduğu yer, geliştirdiği deneyimler sayesinde daha geniş cepheden mücadele hattı kurulabilmektedir.
Fakat bu hattın oluşması, süreklileşmesi ile hak anlamında elde ettiği politik kazanımlar dünle kıyaslandığında daha örgütlü ve planlı saldırılara maruz bırakılmakta, sistem tarafından elden geldikçe geriye çekilmeye çalışılmaktadır.
Esasen kadın ve LGBTİ+’ların özgürleşme adımlarının daha örgütlü biçimde engellenmeye çalışılması ile kazanımlara yönelik saldırıların artmasının temel izahı; faşist ve gerici iktidarların dünya ölçeğinde giderek güçlenmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Erkek egemenliğinin en keskin ucunu oluşturan bu gibi iktidarların beslendikleri siyasi motivasyon ezilenlerin topyekün saldırı ve imhasına yönelik olup, bu imha ve saldırıların uçlarından birini de kadın ve LGBTİ+’lar oluşturmaktadır.
Bugün neredeyse tüm dünyada kadınları eve hapsetmeye çalışıp, annelik sloganı ile kutsayan, aynı kutsallıktan yasaklar türeterek kadınların kendi bedenleri üzerindeki tasavvur hakkını ellerinden almaya çalışan, kadınları köleliğin ve karşılıksız emeğin mekanı olan aileye mecbur bırakan, onları maddi ve manevi olarak bu mekana zorlayan ve yine sömürünün en ilkel ve yaygın halini kendi çıkarları için kullanan; kadın bedenini, emeğini ucuz bir metaya dönüştürerek pazara sunan, onları ucuz ve esnek işlerde çalışmaya zorlayan; LGBTİ+’ların kazanılmış hakları ile, bu halkların tümüne saldıran, eşcinselliği “geleneksel olmayan cinsel ilişki” tanımlaması ile suç sayan, uyum ameliyatlarını yasaklayan, onur yürüyüşlerine izin vermeyen, kadın katillerini aklayan, nefret cinayetlerine teşvik eden, beden sömürüsünü uluslararası piyasa metasına çeviren ve saydıklarımızdan da ilerisinde erkek egemen politikalar sergileyenler aynı devlet ve iktidarlardır.
Dahası var olan örnekleri Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki diğer gelişmelerden ayırmakta mümkün değildir. Hatta tablonun en ağır sergilendiği yerlerden birisi de buralardır ve gün geçtikçe bu tablo ezilen cinsler adına daha da ağırlaşmaktadır.
Faşist devlet erkinin arkasına küçük ortaklarını da alarak kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalar geliştirmesi yabancısı olduğumuz bir mesele değildir.
Bunlar; kadınları insan soyunun üremesi için zorunlu bir araç olarak tanımlamakta, LGBTİ+’ları ise mevcut soy üretiminin habis-i uru olarak görmektedirler. Dolayısıyla da tüm politikalarını, vaatlerini, uygulamalarını bu iki temel başlık altında geliştirmektedirler.
Birini tanımayıp görmezden gelmeye, diğerini ise eve ve aileye maddi ve manevi olarak bağlayıp sermayeye gelecek işçi nesilleri üretmeye yönlendirirler. Birine kendini saklaması koşuluyla yaşayabileceğini dikte ederken, diğerini ‘aile’ yapbozunu tamamlayan bir parça olduğu sürece dokunulmayacağı öğütlenmektedir.
Paradigmanın dışına çıkıldığında ise her türlü yola başvurarak, paradigmaya dönüşü sağlamaya çalışır. Çünkü sistemin temel direkleri bu olgular üzerine kuruludur. Yaşanan basit ya da bireysel bir itiraz değildir. Sistemin zayıflatan politik davranışlardır. Bundan kaynaklı mesela; eve hapsolmak istemeyen kadının öldürülmesine onay verir, yapan fail cezasız bırakılır ya da cinsel kimliğini açıktan savunan LGBTİ+ bireylere ise toplumsal linci yönelterek nefret cinayetlerine kapı açar.
Medya üzerinden kadını din ve gelenek gibi kültürel ve ideolojik başlıklara böler. Yasalarında ve kanunlarında bu çizgiye uygun hükümler verir.
Din adı altında çocuk istismarlarını aklar. Bu da yetmez. İstismarın en yaygın görüldüğü kurum ve kuruluşları fonlayarak maddi destek sunar.
Ve daha da vahimi saymakla bitmeyecek kadar uzayıp gider bu tablo.
Yaptıran sistem, koruyan devlet, yapan ayrıcalıklarına sıkı sıkıya sarılan erkek egemen ideoloji sahibi erkekler olduğu sürece, ezilen cinsler cephesinden karşı koymak kaçınılmaz bir sonuç, tarihin seyrini değiştirmek için zorunlu bir harekettir.
Tüm bu karanlık tabloya inat söylemeliyiz ki direnişimiz büyük, umudumuz her zamankinden daha gelişkindir. Bir kusuru dönüştürmek için değil, erkek egemen kapitalist sistemi yok etmek için yola çıktık. Sisteme ayak uydurmayı değil, ona ayak diremeyi durduğumuz yerin bir görevi olarak benimsedik.
Kıyıda köşede kalmayı-öteki olmayı değil, eylemin kurucu öznesi olmayı amaç eyledik.
Sistemin surlarını yıkmayı stratejik bir görev olarak omuzlarken, dünden daha sancılı ve zor bir savaşın içinde olduğumuzu bilerek her platformu kadın özgürlüğünün politik meydanı haline getirmeye çabaladık.
Daha geniş bir yelpazeden kendilerine etki eden tüm sorunlarla yüzleşip, mücadele etme uğraşı içindeki milyonlarca kadının yükünü kendi yükümüz kabul ettik.
İşgal altındaki bir ülkede yaşamayı kabul etmeyen Filistinli kadınların direnişini, din kisvesi altında öldürülmeyi- baskı altına alınmaya direnen İran ve Afganistanlı kadınların isyanını, erkek egemenliği altında ezilmeyi- evlere hapsedilmeyi kabul etmeyen Ortadoğulu kadınların özgürleşme istemini ve cinsiyet kimliği ile cinsel yönelim üzerinden aşağılanmayı hoş görüyle karşılamayı reddeden muhtelif ülkelerden/uluslardan LGBTİ+’lardan çok şey öğrendik, politik deneyimler elde ettik.
Dahası bu gerici sistemin ve erkek egemenliğinin tam karşısında olmanın zorunlu bir gereği olarak, yol haritamızı kadın özgürlük mücadelesinin politik kesimleriyle dayanışmada gördük.
Sonuç olarak; tüm bu varlık gerekçelerimizle beraber yettiklerimiz ya da yetemediklerimizin muhasebesini heybemize ekleyerek, kadın özgürlüğünü sağlayana kadar mücadele etmek dışında bir alternatif yaratılamayacağının bilgisini, yaşamın yeşiliyle buluşturmak her birimizin görevi.
Biliyoruz ki erkek egemen kapitalist sistemin sınırlarını ihlal etmek, onun koyduğu sınırların dışına taşmak ve bunun pratik olanaklarını yaratmak için kadın özgürlük mücadelesinin var olan mevzilerini sağlamlaştırmak, yeni yeni mevziler inşa etmek zorundayız.
Emeğin sermaye karşısındaki savaşını geliştirmek, özel olarakta erkek egemen sistem ve erkek egemenliğinin tüm biçim ve aidiyetini hedef alarak bu sistemi yıkmayı üstlenmek ezilen emekçi kadınların omzundadır.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi toplumsal devrimin gerçekleşebilmesi, sosyalizm bayrağının Türkiye-Kuzey Kürdistan topraklarında dalgalandırılabilmesi emeğin sermaye karşısındaki zaferinin yanı sıra, kadın ve LGBTİ+’ların erkek egemen kapitalist sistem ile erkek egemenliğine karşı topyekün mücadelesi ve devrimci kadınların politik öncülüğü ile gerçekleşecektir.
Bu yüzden her 8 Mart’ta olduğu gibi bu 8 Mart’ta da mücadelenin tüm alanlarında mevcut sisteme ve onun yarattığı tüm ayrıcalıklara karşı itirazımızı büyütmek, sokak sokak, mevzi mevzi direnişi örgütlemek, politik ve tarihsel deneyimlerimizden aldığımız güçle erkek egemen sistemin üzerine yürümek bu yılda temel şiarımız olmalıdır.
8 Mart vesilesiyle başta yakılarak katledilen Newyork’lu 129 dokuma işçisi kadın olmak üzere, bugünü bizlere armağan eden Clara Zetkin’i ve kadın özgürlük mücadelesi uğruna ölümsüzleşen tüm kadın yoldaşları saygıyla anıyor, zindanlarda direnen kadın yoldaşlarımızı selamlıyoruz.
* Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
* Jin, Jiyan, Azadi!
* Faşizmle Savaş, Erkek Egemenliğine İsyan Et, Devrim İçin Örgütlü Mücadeleyi Büyüt!
Maoist Komünist Parti / Merkez Komitesi
Mart 2024