Emekçi Kadının Mücadelesiyle Kadının Kurtuluşuna Meşale Olan 8 Mart’ı Selamlıyoruz !..

8 Mart emekçi kadının sınıf bilinçli mücadele ve özgürlük bayrağıdır… Bu bayrak kadının devrimci isyanı, devrimci tarihi ve sınıf eyleminin kızıl bayrağıdır… 8 Mart kadının özgürlük ve kurtuluş mücadelesinden bağımsız olmayan devrimci sınıf tavrıdır… 8 Mart emekçi kadının sınıflar mücadelesi tarihinde açtığı çığır, bıraktığı devrimci mirastır. Bu mirası kılavuz alıyor, 8 Mart mücadele ruhuyla selamlıyoruz…

Emekçi kadının kurtuluşu ve kadının kanlı prangalardan kurtularak özgürleşmesi gerici sınıf toplumsal sistemleri ve bilumum gerici zincirlerin parçalanmasıyla, hiç kuşkusuz ki bunda kadının tayin edici devrimci rol almasıyla mümkün olacaktır. Ne burjuva demokratik devrimler, ne aydınlanmacı ve modern toplum paradigmaları ve ne de sosyal devlet projeleri kadının köleliğine son verdi, veremez, veremezdi de. Onlar kadının boynundaki kölelik halkasını perçinlemekten başka işlev görmedi. Sürdürülebilir bir köleliği restore etmenin ödevini üstlendi. Tarihsel devinim ve gelişmeler kanıtladı ki, kadının kurtuluşu sadece ve sadece sınıfsal kurtuluşla mümkündür…

Burjuvazinin tarihteki ilerici dinamiği feodalizme/feodal sınıflara karşı mücadelede karşılık bulurken, bu ilerici rol söz konusu kadın hakları olduğunda görülemez biçimde cılızlaşarak kaybolur, erkek egemen sistem zihniyeti karakteriyle kelimenin tam manasında gericileşir. Her ne kadar “eşitlik-özgürlük” sloganı burjuvazinin yürüttüğü savaşın gerekçesi olarak ileri sürülse de, gerekçeler içinde kadına ve kadın haklarına yer olmadığı çok geçmeden kurulan burjuva devletlerde ve burjuva kapitalist sistemde görülüyordu.

Kapitalizmle birlikte gelişen üretici güçler, teknolojik ilerlemelerle beraber atılım yapan sanayileşme süreci, kadınları da sanayi kollarında ücretli köle ve ucuz iş gücü olarak kullanmak için hapsedildiği evlerden dışarıya çıkardı. Feodalizme karşı mücadelede en ön saflarda yer alan kadınlar, gerçekleşen burjuva devrimlerde yaşamlarına ait her hangi bir değişiklik, kendilerine ait bir şey bulamazlarken ve kapitalizm “özgürlük-eşitlik” adına erkeklerin yanında en ağır koşullarda fabrikalarda üretime sokarken kadınları, onları cins baskısının yanında sınıf baskısıyla tanışmanın yanı sıra, sınıf mücadelesinin öznesi olmalarının da önünü açıtı…

En ağır koşullarda çalışan ve sömürülen işçi kadınların çalışma ve yaşam koşullarını değiştirmek için yürüttükleri mücadele gerici egemen sınıfların barbar saldırısıyla karşılaştı. 8 Mart 1857 yılında Amerika’nın Newyork kentinde çalışma saati ve koşullarının düzeltilmesi talebiyle greve giden tekstil işçisi kadın işçilere polis saldırdı. Yakılan fabrikada 120 kadın işçi vahşice katledildi. Grevler dalga dalga yayılarak büyüdü. Kadın mücadelesi bitmedi, serpilerek daha da kızıllaştı…

8 Mart 1857 yılında katledilen 120 kadın işçinin mücadele anısına bağlı olan Enternasyonal, 1910 yılında gerçekleşen Kadın Kurultayında Rosa Lüksenburg’un önerisiyle 8 Martı’ın Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanması ve anılmasını kararlaştırıldı. 120 kadın işçinin bedeniyle tarihe not düştüğü bu mücadele günü sınıf mücadelesine olduğu kadar, kadın mücadelesine de köklü bir miras olarak kazındı. Emekçi kadının sınıf mücadelesinin olmazsa olmaz bir parçası olduğu bizzat kadının kahraman mücadelesiyle perçinlenmiş oldu…

8 Mart’ları yaratan irade, özel mülkiyetçi burjuva kapitalist sermayeye, kölece çalışma koşullarına karşı isyan eden, erkek egemenliğinin baskı cenderesine biat etmeyen, özgürlük isteyen kadınların tarihidir. Paris barikatlarından, Sovyetlere uzanan tarihsel geçitte ezilen cinslerin yaratmış olduğu ruh, kararlık ve mücadele geleneği bu gün hiç olmadığı kadar etki sınırlarını büyütmüş ve kadını özgürlük mücadelesinin yapı taşı haline getirmiştir.

Dünyadaki tüm ezilenlerin kazanımları küçük bir azınlık elinde yok edilmeye çalışılıyor. Öyle ki bu durumdan en fazla etkilenen de kadın(lar)dır. Sınıfsal ve cinsi olmak üzere çifte baskı ve sömürü altında olan kadın, sömürünün hangi biçimi olursa olsun iki kat eziliyor, iki kat sömürülüyor. Kölelerin bir bölüğüdür, sonra kölenin kelesidir, ucuz iş gücüdür, evdeki hizmetçidir…

Ezilen cinslerin kazanımları devlet otoritelerince özelliklede faşist devlet mekanizmalarıyla doğrudan hedef alınıyor, cinsiyetçilik hiç olmadığı kadar siyasal ve toplumsal alanda yaygınlık kazanıyor. Erkek egemen dünyası ve bu temelde siyasallaştırdıkları akılları, açıktan kadın düşmanlığı yaparken ve bu zeminde örgütlenirken bizzat bu anlayışın aracı devlet ve tüm bürokrasisiyle yöneticileri oluyor. ABD, Arjantin, Filipinler ve “TC” devlet başkanları cinsiyetçi dil ve yaklaşımlarını medya aracılığıyla açıktan propaganda etmeyi ihmal etmiyor. Onlar adına kadınların “ikincil olma” halinin devamı sarsılmaz otoritelerinin mutlakiyeti anlamına geliyor.

Elbette uluslararası alanda olduğu gibi Türkiye- Kuzey Kürdistan topraklarında da kadına yönelik saldırılar özel politikalar halinde işletiliyor. Faşist “TC” devleti bırakalım kadına-kadınlara ayrıcalık tanımayı kazanılmış haklara dahi göz dikerek bin bir mücadeleyle koparılmış kazanımlara saldırıyor. “TC”nin hukuku; tecavüzcüleri, tacizcileri, çocuk tecavüzcülerini-istismarcılarını aklamak adına yeniden yazılıyor. Tahrik indirimleri, tecavüzde rıza arama, evlilik vs. gibi muhtelif gerekçelerle failler koruma altına alınıyor. Her gün ortalama üç kadının öldürüldüğü bir coğrafyada kadın cinayetleri politiktir diyenler gözaltına alınırken, kadın katilleri umumiyetle yargı mercileri tarafından mağdur sıfatıyla aklanıyor. Onur yürüyüşleri yasaklanıyor. Nefret cinayetleri sıradanlaştırılıyor. Çocuklarının ölümüne dur demek için sokağa inen beyaz tülbentli anneler faşist kolluk kuvvetleri tarafından darp ediliyor, hakarete maruz kalıyor. Hapishanelerde kadın tutsaklara yönelik işkence ve kötü muamele haberlerine her gün yenileri ekleniyor.

Yukarıda sıraladığımız birkaç örnekte görüldüğü gibi, dünyada ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki gerici toplumsal sistemler altında aktüel olarak yaşanan somut durum, en katı özelliklerde kadın düşmanlığı temelinde kadınların aleyhine işliyor. Kadınların siyasal, toplumsal ve hukuksal alandaki kazanımları açıktan baskı ve zor yoluyla etkisizleştiriliyor, bitirilmeye çalışılıyor. “Makul kadın”ı var etme çabası gayet tabii olarak erkek egemen sistemlerin en temel görevi olarak mevcudiyetini koruyor.

Elbette ki bunlar erkek egemen devlet yapılarının ve erkek egemenliğinin bilinen haliyken, bir de bu faşist zor aygıtına karşı dünyanın dört bir yanında isyan eden, sisteme karşı kabulü değil reddi mayalayan milyonlarca kadının direnişi de bilinen başka bir gerçektir.

Kadınlar Şili’den Hindistan’a, Lübnan’dan Irak’a, Arjantin’den Rojava’ya ve oradan da Türkiye-Kuzey Kürdistan başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında sokakları, meydanları, mevzileri, barikatları dolduruyor. Ezilen cinsler ataerkiye, faşizme, homofobiye, transafobiye, ırkçılığa, işgale, açlığa karşı başkaldırıyor. Bedenleri üzerindeki sömürüye, tacize, tecavüze, istismara karşı direniyor. Büyük grevlerle kapitalizme, Las Tesis eylemleriyle patriyarkaya, silahlı mücadele ile faşizme ve işgalciliğe meydan okuyor. Cılız seslerle değil gürleşen seslerle ayaklanıyor. Göğün yarısı olanlar bunca yıllık esarete karşı özgürlük talebine sarılarak gerici sınıf sistemlerine olduğu kadar, bunlardan bağımsız olmayan erkek egemenliğine karşı da itaatsizlik ve mücadele çağrısı yapıyor.

Bu çağrı bize, hepimizedir. Erk egemen sistemin çizdiği sınırlara hapsetmek istediği, kendini öznesi olduğu-olacağı mücadelesiyle var etmek isteyen kadına, tüm ötekileştirilmeye çalışanlaradır.

Ve bu çağrı, 8 Mart’ı sulandırarak onu emekçi sınıf özünden koparmaya çalışan bilumum burjuva manipülasyonlara karşı, 8 Mart’ı devrimci ruhuna uygun olarak sahiplenme, mücadele kızıllığıyla meydanlara taşıma çağrısıdır. Salon kutlamalarına sığmayan özgürlük ve kurtuluş çağrısıdır.

Bu çağrıya 8 Mart’ları yaratan iradeyle, 8 Mart’a rengini veren direniş ve mücadele geleneğiyle, 8 Mart’ın kızıllığıyla cevap olmak için, bu mücadelede dün vardık, bugün de varız, yarında var olacağız diyebilmeliyiz.

Ezilenler ve ezilen cinsler bir günü değil her günü 8 Mart’ın coşkusu, bilinci ve tarihsel direnişiyle yaşamsal hale getirmelidirler. Kadın cinayetlerine, istismara, şiddete, ucuz ve güvencesiz çalışma koşullarına, krize, işgale karşı her zamankinden daha büyük ve daha örgütlü biçimde ayağa kalkılmalıdır. Ezilen cinsler kurtuluşlarını sokaklardan dağlara, köylerden amfilere, işyerlerinden ev içlerine kadar örgütleyerek güçlü bir itirazla, güçlü bir karşı duruşla harekete geçirmelidir.

8 Mart mücadelesinin 120 karanfili şahsında, sınıf ve kadının kurtuluş mücadelesinde ölümsüzleşen kahramanları saygıyla anıyoruz !…

Jin, Jiyan, Azadi !

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü !

Vardık, Varız, Varolacağız, Kazanacağız !

Maoist Komünist Parti

Merkez Komite/Siyasi Büro

4 Mart 2020