Dünya devrimler tarihi, katliamlarla ağırlaşan çetin çarpışmalar içinde yoğrulurken, Kızıl bayrağa karşı “kızıl bayrak” sallayan burjuvazinin kirli taktiğine de tanıktır. Ha keza, askeri-siyasi saldırıların yanında, teorik ve ideolojik zeminde gelişen bilumum stratejik tasfiye saldırılarına karşı da birikimli, donanımlıdır… Sınıflar mücadelesinin evrenselliği, bu tecrübenin tek-tek parça devrimler tarihinde de yaşamasının temelidir. Tek coğrafya devrimleri bu evrensel tecrübenin yanı sıra, bizzat kendi pratik tecrübeleriyle de burjuva strateji ve taktiklere karşı yetkinleşmiştir… Lakin bütün bu tarih öğretir ki, egemenlik imtiyazına sahip gerici sınıfların iktidar uğruna mücadelede kullanmayacağı hile ve entrika, başvurmayacağı kirlilik, denemeyeceği gayri insani acımasız yöntem ve vahşet biçimi yoktur…
Nihilist burjuvazinin değişmez felsefi bir ilkesi, Makyavelizm besili burjuva pragmatizmidir. Buna göre, “amaca giden her yol mübahtır”. Amacın da gericiliği, burjuvaziyi etik ve değer yoksunluğuyla baş başa bırakıp, insanlığın geleceği karşısında köhne, devrimci sınıf mücadelesi karşısında ise hepten vahşi, yabanıl ve barbar bir hoyratlığa taşır…
İnsana, sınıfa ve kendisine yabancılaşmış, değerlerini yitirerek çürümüş ve bencilleşerek burjuvalaşmış olanların, devrim tarlasında biten “ayrık otları” olmaktan öteye, düşmana iltihak etme halleri sınıflar mücadelesinin bir cilvesi olup, devrimci sınıf mücadelesinin önüne dikilen bir gerçek olarak, keskin ve kararlı bir mücadele konusudur… Düşman saldırıları tek merkezde birleşmesine karşın, farklı nitelik ve yöntemlerle mücadelenin karşısına çıkarlar. Cepheden açık geldikleri gibi, bukalemun gibi renk değiştirip bin-bir hileyle, mücadelenin önüne en kirli, en ahlaksız ve aşağılık yöntemlerle saldırırlar…
Yukarıdaki tablo, bugün karşı karşıya kaldığımız malul ve menşei belli karşı-devrimci ve gerici saldırılara bakıldığında, hiç de yabancı gelmiyor. Aynı mücadele stratejileri ve taktikleri, aynı yol-yöntemler, aynı etik ve değer yoksunluğu vb vs bugün maruz kaldığımız saldırı aynasına çıplak biçimde yansımaktadır… Bilumum karşı-devrimci, gerici saldırılara karşı, hiç kuşkusuz ki, mücadele de tek ayaklı sürdürülemez. Düşman saldırısı her cephede püskürtülecektir!
Ülke ve sınır dışında olmak üzere, kadro ve yoldaşlarımıza, kurumlarımız ve Partimize karşı, devlet merkezli olup bir dizi uzantı ve kirli odağın kolkola girdiği konsepte, birçok ayaktan oluşan topyekun bir saldırı furyasıyla yüz yüzeyiz… Kadro ve yoldaşlarımızı, kurum ve Partimizi savunmakta tereddütsüz olduğumuz gibi; her renkten saldırıyı göğüsleme, kirli birikintilerden ibaret bulanık su avcılarını ezip geçme ve yüzlerindeki karanlık perdeyi yırtıp çöpe atmakta kararlıyız… Düşman nereden ve nasıl gelirse gelsin, hangi tabelanın arkasına saklanırsa saklansın; onurlu mücadelemizi karartamaz, büyük yürüyüşümüzü durduramaz!
Partimizi tasfiye etme andı içmiş adresi belli faşist merkezlerin başat rolüyle kumanda edilip yönetilen askeri, istihbari, deformasyon ve manipülasyona dayalı komplo ve provokasyon güçlerinden muhtelif düşman türevlerin, sabit ve değişken biçimlerinin oluşturduğu çoklu karanlık gölgelerin ve bunların yardımına koşmakta tereddüt etmeyen yeminine bağlı bil-cümle teneke gladyatörün, etik ve değer yoksunu kiralanmış piyon ve maşa olmuş medyatik şaklabanın ve elbette rotasını şaşırmış aymazların; adeta elbirliği içinde başlattıkları köhne saldırılar uslanmak bilmiyor… Her ne olursa olsun, olup bitenin hepsi sınıflar mücadelesinin çetin karakterini teyit ediyor, tam da ona uygun seyrediyor…
Hiç kuşkusuz ki, bütün bunlar bir rastlantı, alelade bir hezeyan, geçici bir galeyan değildir. Arka planı siyasi düşmana dayanıp Mehmet Ağar’lardan teveccüh alan kollara kadar uzanan, bölgecilik kisvesiyle siyasi oluşum kılıfını kalkan edinenlere, CHP içindeki Ergenekoncu derinlerin “hukukçu” vb yerel ayaklarına varan, yanı sıra devşirilmiş unsurlarla güç toplayan ve arşiv ve belge merkezi olarak kaynak üretip yönlendiren üniformasız savunma memurlarına oturan;
Nitekim bunlardan bir gömlek geride ve fakat pozisyonu iç açıcı olmayan saplantılı kindarlığın esiri olarak öç alma mesaisini pervasızca kullanıp “akrebe” dönüşen ve dedikodudan ibaret feodal diplomasi hüneriyle köleleştirilmiş dar çevrede yapay bir ideolojik düşmanlık türeten;
Ve elbette bütün tarihin mağdurları olma imtiyazını kazanarak geçmişlerindeki yüklerden kurtulmayı tasavvur eden ve bu uğurda yargıç olup cezalar keserek yargısız infazlara kalkışan malum kuşaktan rotasızlara kadar uzayıp genişleyen kesimler, Partimizi yıkıp tasfiye etme amacıyla soluksuz ve ısrarlı bir saldırı furyası içindedirler. Bu bloktan kimi unsurlar doğrudan bu hedefin bilinçli parçası ve seçilmiş aktörü durumundayken, kimi kesimler de objektif olarak bu saldırı ve tasfiye amacına ortak olanlardır…
Dünü, Bugünü ve Geleceğiyle Gerici Saldırının Niteliği ve Amacı
Siyasi düşmanlarımızın Partimize dönük kusursuza yakın iyi planlanıp organize edilmiş çok yönlü kuşatma ve tasfiye saldırısı uzun zamandır gündemdedir. Gizli-saklı olup tarafımızca tespit edilip bilinen faşist komplo denemelerini bir kenara bırakırsak; kollanan fırsatlar ve uygun momentler yakalandığı anda, karanlık dehlizlerin mesnetsiz ama manidar üretimleri cilalanıp manivela edilerek ve sepetteki çürüklerin de dahil olmasıyla “sol” kılıf çekilip tahkim edilen gerici cephenin eş güdümlü saldırıları hafızalarımızdadır… Kaypakkaya sonrası Partinin başına gelenlerin atanmış “kayyumlar olduğu” da…
Bu saldırıların, devletin aklanması temelinde Kaypakkaya yoldaşın katledilme sorumluluğundan muaf tutulması spesifiğinde, Kaypakkaya yoldaşın işkence görmediği vb vs zemininde itibar suikastine maruz bırakılmasından, silahlı mücadele ve devrim düşmanlığına, oradan Kaypakkaya ve siyasi hareketinin Dersim kıyımı ve asimilasyonundan sorumlu tutulmasına ve yine Kaypakkaya ve ideolojik-siyasi-örgütsel devamı olan Partimizin Dersim’den silinip atılmasına, hatta devrimci kötülüklerinin açıklanıp teşhir edilmesiyle kökten tasfiye edilmesine kadar, son derece açık gerici nitelik ve karakterde cepheden yürütülen mücadele biçimiyle ve tabi ki tam anlamıyla bir “TC” yetkilisi diliyle biçimlenen hoyratlığıyla da hafızamızdadır… Partimizin ölmeyi ve öldürmeyi seven bir güruh yarattığı, gençlerin eline silah vererek öldürttüğü iddiaları da…
Dostumuz, yoldaşımız ve devrimci tarih değeri olan Oruçoğlu’na dönük toplumsal duyarlılık dengesi gözetilerek, bu zeminde karşılık bulacağı öngörülen ve kısmen uygun fırsat yakalanarak da haysiyet cellatlığıyla geliştirilen ideolojik-siyasi linç saldırısı, verdiği tahribatla birlikte öyle ya da böyle istenen ya da arzulanan sonuca ulaşmadı… Sonra, işgüzarların, bencil burjuvaların, siyasi hesap cambazlarının ve “kullanışlı aptalların” da özel rol oynamasıyla birlikte, karşı-devrimci hafiye ve karanlık odaklar harekete geçip, Kaypakkaya yoldaşın katledilmesini sulandıran düzenbazlık maharetiyle bir kez daha Oruçoğlu şahsında başlattıkları ikinci saldırı hamlesiyle Partimize dönük tasfiye girişiminin önemli bir ayağını tamamlamayı hedeflediler. Bu saldırı da, kokuşmuş niteliği ve köhnemiş marazıyla maya tutmadı, Partimizin ve yoldaşlarımızın devrimci gerçeklere dayanan kararlı tavrıyla esasta püskürtüldü…
Kaypakkaya ve silahlı mücadeleye ve dolayısıyla devrimci savaşa karşı alenen hortlatılan bu köklü saldırı karşısında, kimileri sessiz kalmayı tercih etse de ve kimileri “üç-beş kişiye savaş açmakla” Komünist sorumluluk, sahiplenme ve savunmamızı alaya alsa da, bizler bu mücadeleyi omuzlayıp bilumum gerici saldırıyı püskürtmekte kararlıyız…
O gün bizler şunu söyledik; açılmış gerici savaşla başlatılan bu saldırı dalgası görece geri çekilse de, uygun koşul bulunduğunda ve belki hedefler değiştirilerek de olsa, bu saldırı yeniden hortlatılıp yeni dalgalarla gündeme getirilecektir! Evet tamı tamına bunu söylemiştik! Nitekim tam da öngördüğümüz gibi oldu! Çünkü, bu öngörümüz sebepsiz olmadığı gibi, belli bir fikre ve emarelere dayanıyordu; dahası saldırının hedef ve muhtevası bunu işaret ediyordu… Evet, bütün bunlar yeterince dikkat çekici ve manidar değil midir?
Dediğimiz gibi, ikinci, üçüncü dalgalar gündeme geldi, geliyor, gelecek de… Ve biz, o gün yapılan gizli-açık toplantıları, insanlara söylenen; “bildiğiniz her şey yalan, duyduğunuzda tüyleriniz diken-diken olacak, yeni tarih yazılacak” sözlerini, belge üretim merkezlerinin nasıl ve hangi bağlar içinde çalıştığını, hangi farklı odakların hangi kaygılarla eşgüdüm içinde hareket ettiğini vb vs hiç bilmiyor değildik! Hatta, “esas bombayı 18 Mayıs’ta patlatacağız” sözlerini de bilmiyor değiliz… (…) Bekliyoruz!
Evet kısmi geri çekilmeye rağmen, esasta kesintisiz süren ve bugün tempo yükselten saldırı dalgası, aslında Kırım ve açık-gizli tayfası tarafından tahkim olma ya da tahkimat oluşturma zemininde, bazen de açık saldırılarla sürdürüle geldi… Devletin ilgili birimiyle temasta olan, havuzda hukukçuların ve siyasi yaftalı ilgili piyonların da bulunduğu bu üretim merkezi ve diğer hempaları, mesnetsiz ithamlarda bulunmaktan vazgeçmedi, bu saldırılarını daha geniş yelpazede yoldaşlarımıza dönük yazılarında ileri sürdüler; bizzat Kırım yazısında dile getirdi. Kırım, nedense(!?) ilgili yazısını hemen geri çekti. Fakat kendisine sorulan sorulara kör-sağırları oynayıp geçiştirmeyi tercih etti!? Oysa, elinde olduğunu iddia ettiği bilgi ve belgeleri açıklaması istenmişti… Şantaj gibi kirli silaha sarılma yerine ne varsa açıklayıp konuşması söylendi. Lakin Kırım bunlar karşısında sustu… Çünkü, soruları yanıtlaması kimliğini alenen itiraf etmesi anlamına geliyordu ki, yanıt vermekten sakındı. Fakat sorular orta yerde durmaktadır…
Kırım, işine gelmeyeni duymayıp sıyrılmaya çalışsa da, kirlilik üretmekten vazgeçmedi, hempalarıyla birlikte ödevlerini yapmaya devam etti…
İnternet üzerinden yayın yapan Komün Tv’nin gönüllülerinden olan Erdal yoldaşı resimlerinden teşhisler yapıp isimleri deşifre etmesinden sonra, Erdal yoldaştan aldığı gerekli yanıt sonrası; “sana verdiğim mesajı anlamadın…” şeklinde laflar ederek, “istersen ayrıntısını anlatayım” mealindeki sözleriyle şantaja başvurdu. Lakin şantaja boyun eğecek ya da şantaj yapılacak zaafı olmayan Erdal yoldaş “bildiklerini açıkla” diyerek şantajı suya düşürdü…
Kırım durmadı fakat tam da burada enteresan bir gelişme gündeme geldi; Kırım kişisinin “ayrıntıları anlatayım mı” sözünden mesaj alanlar “ayrıntıları” öğrenmek için kolları sıvayıp, malul merkezde kurulan saldırı puzlesini tamamlamak üzere göreve koyuldular…
Hiçbir teyide gerek duymadan, hiçbir kanıta dayanmadan ve Kırım’cı belgeleri kutsal sayarak pervasız hoyratlıkla “Yoldaş katili” suçlamasında bulunanlar bu hempalar! Aslında “yoldaş katili” suçlaması biçimindeki yargısız infazda bulundukları bahis konusu olay veya gelişmeyi hiçbiri bilmemekte ve bilmeleri de olanaklı değildi… Tabi, HT’in bir vesileyle belli ve sınırlı bir tanıklığı dışında… Ki, o da aynı örgütten olmama nedeniyle meselenin tamamını, içeriğini, sürecini vb vs tam olarak ve esasta bilmemektedir. Buna karşın, Kırım’ın bilgisiyle ona baston ve sözcü olmaktan geri durmayarak yoldaşımız hakkında kirli propaganda yürütmeyi görev edindi…
Yoldaşlarımız şahsında tüm tarihimiz, Partimiz ve kurumlarımıza dönük kirli yıkım kampanyasında yer alan unsurlar harekete geçirilerek bunlar üzerinden, A. Alıç olayına(*Ek) ilişkin izahatlar ve açıklamalar isteme masumiyeti biçiminde bilinçli bir kurnazlıkla karalama ve yıkma saldırısı başlatılarak tırmandırıldı…
Ve Kırım, masumiyet gömleğine sarılan bu gerici hezeyanı perçinlemek üzere her zaman olduğu gibi, bir kez daha devredeydi… Uslanmayan fanatik güruhun gayretkeş savaşçılarından olan Kırım her dem nöbette, pür dikkat duyarlı, her vesileyi fırsata çevirerek ateş edenlerdendir. Lakin hedefine salladığı mermilerin hepsi sekmekte, kendine dönmektedir… Buna rağmen görevine sadık kalmaktadır…
Tanıdığımız Kırım, şimdi, rencide etmenin aşağılık yöntemiyle ve elbette aleminden esinlenerek köpekten, köpeğin altına aldığı ya da dik tuttuğu kuyruktan söz ederek salyasını akıtıyor… Başımızın dikliğinden başka, dikliğiyle ilgilendiğimiz tek kuyruk, baş yerlerinde Kırım’ın durduğu ve saldırmak üzere sıraya giren kirli-gerici kuyruktan ibarettir… Bahis konusu kuyruğu hizalamak da, kıvırıp altına almak da, titreyen bacakları üzerinde dik tutmak da Kırım’ın yeteneği… Yoldaşımıza hırlayarak gösterdiği dişler ise, Partimizi ısırmak üzere çıkarılan dişlerdir. Yoldaşlarımıza saldırmak Partimize saldırmaktır…
Kırım, “köpek-kuyrukla” ilgilenen boz kurt olarak, açıklama isteme taktiğindeki tilkiliği bir üst seviyeye çıkaran çakallıkla, “ellerinizi kaldırıp teslim olun” demeye getirdi işi… Kırım’ı hep tanıdık; o, bilinen hukukçulara rağmen, en gizli “bilgi-belgeye” erişimde geçiş üstünlüğüne sahip özgün bir “hukukçu” kimliği taşımaktadır. Bundan olsa, sual etmeyi gereksiz zaman kaybı görerek avını dişlemeye başlamayı yeğ tutmaktadır… Ne ki, bu boz kurdun kuyruğuna takılmış olup, açıklama isteyenler, konu edilen cezalandırmayı, nedenlerini ve hemen hiçbir şeyi bilmedikleri halde; neye, hangi akla ve hangi objektif bilgiye dayanarak yoldaşımız hakkında yargısız infazda bulunup “yoldaş katili” diyebildiler, demekten sakınmadılar!?… Hangi olguya, bilgiye ve kanıta göre, elbette hangi saiklerle bu kadar kolay ama bu kadar ağır ve onursuzca bir suçlamada bulunabildikleri merak konusudur!…
Ve yine bizler, bizzat kendi ifadelerinde; “… Tunceli’ye gelince Ütğm.’nin yanına gittim. Komutanım her zaman emrindeyim, ben buralardayım dedim. Ütğm. Fehmi Altınbilek’de sık sık bana uğra, senden gelişmeler hakkında bilgi alacağım dedi. Bundan sonra bende birkaç defa daha Tunceli’ye gelip gittim. Ve her gelişimde Ütğm.’e uğradım. …” diyenlerin, bu ifadelerine karşın, iyilik meleği kesilip masum pozlara girerek, Partimizin cezalandırma eylemine gösterdikleri sinsi ve yapay duyarlılıklarında ve Partimizin eylemini bireysel eyleme indirip, bunun üzerinden yoldaşlarımıza karşı iki yüzlüce, cüretkarca ve bir o kadar da hayasızca giriştikleri sorgulama tavırlarında ne kadar samimiyetsiz olduklarını bilmiyor değiliz…
Samimiyet ölçüleri şurada da açığa çıkar. Devrimci örgütler içinde ve/veya arasında yaşanıp “sol içi şiddet” olarak tarif edilen bir dizi talihsiz olayda maalesef ki onlarca devrimci öldürülmüştür. Hem de, iğneyle kazıyıp zorlamayla “buldukları” ve Partimizi-yoldaşlarımızı aynı iğne deliğinden geçirerek hakkında infaz fermanları çıkarmak istedikleri A. Alıç olayından, tarih bakımından çok daha yakın, çok daha berrak ve tartışma götürmeyen açıklıkta onlarca devrimcinin katledilmesi gerçeği varken… Bu gerçekleri bilmeyen yoktur; başta HT olmak üzere, Partimize saldırıda bulunan isimlerin hepsi bu gerçeği yakınen bilirler… Ne ki, bu “duyarlı insancıllar” bütün bu gerçeğe karşı kör-sağır iken ve akıllarına getirip ağızlarına almazken, söz konusu Partimiz ve yoldaşlarımız olunca, “hümanistlikleri” kabarmakta, büyük yargıçlar olarak ortaya çıkmakta, onlarca yıl öncesine gidip delil aramaktan üşenmemektedirler!? Ne garip değil mi?
Tüm saldırı pratiği ve yönelimde açık olduğu gibi, bu samimiyetsizlik ve Partimiz aleyhine sergilenen tutumdan da anlaşılmaktadır ki, tek-tek yoldaşlarımız şahsında, Partimize karşı stratejik üst akıl tarafından özel projelerle geliştirilmiş ve tasfiyesini amaçlayan bilinçli saldırı kampanyası yürütülmektedir. Bu unsurlar da bu saldırının birer piyonu olarak devrededir… Piyonlar küçük, hizmet ettikleri amaç çok daha küçüktür. Projenin tehlikesi ise büyüktür…
Sınıf düşmanlarına açıktan meydan okuyarak devrimci savaş siperlerini mesken tutan Partimiz, geride bıraktığı siyasi serüveninde tanışıp tecrübe ettiği mücadeleler pratiğinin kor ateşinde pişerek sağlamlaşmıştır… Bugün Partimiz büyük-küçük kazanımlar sağlayarak mevzi-mevzi ilerlemektedir… Bu gelişimi, ne açık yüzüyle cepheden gelen faşist saldırılar, ne de karanlığa sinmiş kirli öbeklerin baltalayıcı komplo ve sabotaj girişimleri engelleyemez. Faşizmin azgın saldırıları kadar, gerici hempaların çapsız saldırıları da kifayetsizdir! Lakin, mücadelede durmak veya gevşek davranmak, dinamik mücadele yasasına aykırıdır. Topyekun bir mücadele ihtiyaçla şart ve gereklidir. Sessiz kalıp susmak ise, onaylamanın bir biçimidir…
Siyasi iktidar uğruna verilen ve henüz karara bağlanmamış olan iki sınıf arasındaki amansız mücadelenin kaderi, devrimci sınıf savaşı tarafından tayin edilecektir! Kuşkusuz ki, siyasi mücadele, ideolojik-teorik mücadeleden bağımsız tasavvur edilemez. Siyasi başarı, ideolojik-teorik ayaklardaki başarıyla tahkim edilip ayakta tutulabilir. O halde, siyasi mücadeleyi ideolojik-kültürel mücadeleden tecrit ederek ele alamayız. Siyasi düşmanlarla mücadele ederken, ideolojik düşmanlar başta olmak üzere gerici türevlerin hepsine ve bu zemindeki tasfiye saldırılarına karşı mücadele edilmek zorundadır. Bunda bocalayanlar burjuvazinin yanında değilse bile, gölgeli yamaçlarında saf almaktan kurtulamazlar. Lakin devrimin safları net, kıtaları tereddütsüzdür…
Sorun iktidar sorunudur; köklü kavga bundan mütevellittir… Pek tabiidir ki, karşı-devrim tüm yabanıllığıyla devrime saldıracak, devrim de mümtazlığıyla karşı-devrime; bunda anlaşılmayacak bir yan yoktur… Burada keskin ve acımasız bir hesaplaşma vardır. Bunu anlamayanlar ve/veya anlamak istemeyenler, bugün yaşanan saldırı akımının “sırrını” göremez, mücadelemizin nedensel haklılığını anlayamazlar…
Anlaşılmalı ve bilince çıkarılmalıdır ki;
Bugün bir kez daha, katman-katman planlanarak uygulanan, kah soldan/kah sağdan, kah arkadan/kah cepheden bin-bir türlü manevra eşliğinde sinsice dizayn edilip, Kaypakkaya yoldaşın ideolojik-siyasi çizgisi ve kurumsal mekanizmalarıyla hesaplaşma hedefine odaklanan; isim-isim hedefler üzerinden takat kırarak tüm tarihimizin hedeflenmesinde rasyonel yol almaya çalışan, esas meramıyla Partimizi tasfiye etmeyi amaç edinen; ve kurgulanış nedenine uygun olarak sistematik hücumlar eşliğinde geliştirilen gerici saldırı kuşatmasının bir devamıyla karşı karşıyayız… İster bir yoldaşımız ve isterse bir kurumumuz şahsında olsun, sallanan tüm köhne kılıçların ve çekilmiş yaylardaki paslı okların ucundaki gerçek hedef Partimizdir! Daha masum değil!…
Bu fütursuz saldırı furyasını önemsiz görmek, basite yorumlayarak kayıtsız kalmak ya da ipuçlarının alenen gösterdiği ideolojik-siyasi-örgütsel tasfiye tehdidini anlamazlıktan gelmek, eğer bir basiretsizlik değilse, kesinlikle sınıflar mücadelesinin muhtevasını anlamamaktır!…
Meselenin devrim ile karşı-devrim arasında cereyan ettiği aşikardır. Dikkate değerdir ki, devrimci hareketin mücadele tarihinde ve hiçbirinde tek bir hata olmayıp yalnızca Partimizde hata varmış gibi ve yine, mücadele gerektirecek hiçbir toplumsal çelişki ve sorun yokmuşçasına; defalarca ve özellikle, yalnızca ve yalnızca Partimizin, kurumlarımızın ve tek-tek yoldaşlarımızın hedef tahtasına koyulup yıpratılmaya ve yıkılmaya çalışılması anlamsız bir rastlantı ya da tesadüf değildir!… Bunu anlamak ve görmek hayati önemdedir. Gerici ve karşı-devrimci ortaklaşmasına dayanan bu saldırıların püskürtülmesi ilk adımda onun aslı-astarını anlamaktan geçer.
Her defasında yapay olarak üretilmiş ve mühendislikle üzerinde oynanıp hazırlanmış yeni bir bahane bulan, bir vesileyle yeni bir hedef seçip, yeni bir taktikle gündeme gelen gerici saldırı, manevrasal değişimlere karşın, amaç ve hedefte birleşip tek odakta kilitlenmektedir. Devrimci sınıf hareketi içinde, Partimizin saldırmaya değer görülmesi boş değildir. Devrimci hafıza ve belleği diri tutma, kuşaklar arası köprüyü örerek sağlamlaştırma, kurumsal çalışmalar ve örgütlenmeler yayıp geliştirme gibi bir dizi gelişme dinamikleri temelinde, tam da bu sebeple partimizin tasfiye edilerek tarihe gömülmeye çalışılması anlamlı, yeterince dikkat çekicidir…
Siyasi düşmanlarımız ve onların her türden devşirmeleriyle mücadele bizlerin sorunudur. Ne tek-tek yoldaşlarımıza saldırmalarına, ne de Partimize dönük hain emellerine izin vermeyecek, kayıtsız kalmayacağız! Bunlara diyeceğimiz; elinizden geleni ardınıza koymayın! Bulduğunuz her fırsatı değerlendirin, yalan ve üretilmiş dedikodularla yürüttüğünüz karalama, yıkma amaçlı manipülasyon ve provokasyonlarınızdan hız kesmeyin, saldırabildiğiniz kadar saldırın! Ne ki, hesap günü geldiğinde hesap vermeye hazır olun! Ve hesap sorulanların o zavallı, o düşkünleşmiş, o kişiliksiz yalvarışlarıyla kurtulmayacağınızı, o küçük, o köhne, o örümcek bağlamış beyinlerinize iyi kazıyın! Size sözümüz olsun; bir gün mutlaka ama mutlaka hesaplaşmak üzere yüz yüze geleceğiz; kendinizi acındıran o gözlerinizin içine bakarak son sözümüzü söyleyeceğiz!… Ve yine siz, kudretsiz olduğumuza inanarak rahat olun; ne de olsa şikayet dilekçeleriniz, sığındığınız merkezler ve ihbar tehditlerinizle aldığınız önlemler sizi korumaya almıştır!?…
Bu güruh dışında kalan siz diğerleriniz; zaman kaybetmeden aradan çekilin! Mücadele edenler belli olsun ve neyin mücadelesinin yürütüldüğü netleşsin! Bu güruh dışında oldukları halde, bazı aymazların, bazı yıkıcıların ve objektif gericilerin de nasıl demokratik alan kurumları ve kazanılmış mevzilerimiz hakkında karalama kampanyaları yürüttüklerini ve tek-tek yoldaşlarımızı resim ve isimleriyle nasıl teşhir edip saldırdıklarını, aktüel saldırılarını ve adeta ihbar ettiklerini, öte taraftan bugün ayan olarak kindarların ve feodal diplomasi manipülasyonuyla yönlendirilen kimi aymazların, ilgili yoldaşlarımızı ve kurumlarımızı karalandığını görmüyor, anlamıyor, bilmiyor değiliz…
Kurumdan çok kurumcu kesilip kadro ve kurumlarımıza/devrimci kurumlara saldırmakta sırayı kimseye vermeyen bu aymazlar dönüp ne yaptıklarına, neye ve kime hizmet ettiklerine, aynı zamanda neye ve kimlere karşı yıpratma kampanyası yürüttüklerine baksınlar… Bu yapılan saldırı, yürütülen karalama-teşhir kampanyalarının kime hizmet ettiğine ve kedilerinin pozisyonuna baksınlar…
Düşmanın çeşitli vesileler, bahaneler ve biçimler altında yürüttüğü saldırı kampanyasının bir parçası olma utancını daha fazla taşımadan, yoldaşlarımıza ve kurumlarımıza dönük bu düşmanca dili (hem de keskin kurumculuk adına kullanılan bu dili) derhal terk etmelidirler. Devrimci görev kurumlarımızı/devrimci kurumları güçlendirmek, yoldaşımızı güçlendirmek, dolayısıyla Partimizi güçlendirmektir!
Ve objektif olarak gerici saldırı kampanyasında karanlık güruhla aynı kulvara düşüp onunla ortaklaşan, ısrarla bu saldırıları destekleyen, gerici güruha gölge ve güç olan ama tüm aymazlıklarınıza rağmen kesinlikle onlardan farklı olan siz rotasını şaşırmış olanlara özellikle sesleniyor, dikkat çekiyoruz! Mesele ve mücadele, devrim ile karşı-devrim arasındadır; bunun sulandırılacak yanı yoktur! Devrimcilerin safı net ve bellidir; bunda hiçbir muğlaklığa yer yoktur! Bu mücadelede, eğer devrimci saflarda yer almıyorsanız, hiç değilse gericilerin tarafında da yer almayın! Tek-tek yoldaşlarımız hedef alınarak Partimizi yıkmaya odaklı amaçlarını gizleme ve kolayca başarma sinsiliğiyle geliştirilen gerici oyunlara düşmeyin! Objektif tavrınız sizleri lekelemektedir…
Bu bağlamda ilgili kesimleri sorumlulukla uyarıyoruz; gerici ve karşı-devrimci odaklarla aranıza mesafe koyun ve onlarla hareket etmekten vazgeçin!
Onların oyunlarına gelmeyin, tek-tek yoldaşlarımız şahsında, kurumlarımıza ve Partimize karşı kurdukları gerici tuzaklara düşmeyin!
Bu güruhun manipülasyonlarına itibar etmeyin, üretilmiş dedikodu ve yalanlarına kanmayın! Bu anlamda, yargısız infazlarına ortak olmayın, onların düsturuyla yoldaşlarımızı teşhir edip “yoldaş katili” olarak damgalama onursuzluğuna düşmeyin!
Yoldaşlarımız ile kurumlarımızı karalayıp gözden düşürmek için, dolayısıyla Partimizi güvensiz gösterme amacıyla üretilip servis edilen yalan bilgilerle, kanıta muhtaç mesnetsiz iddia ve dedikodularla hareket etmeyin; gerici güruhun tetikçisi ve trolü durumuna düşmeyin!
Her tavrın ve eylemin mutlaka bir sorumluluğu vardır. Ne ki, hata yapmalarına karşın, dostları uyarmak ve hatalarından kopmalarını sağlamak ilkesel tutumumuz, ilk tercihimizdir. Lakin bize düşmanlık yapmakta ısrar edenlere, bunu tek-tek yoldaşlarımız ve kurumlarımız üzerinden kılıflayarak yutturmaya çalışanlara daha fazla pirim veremeyiz, vermeyeceğiz! Teşhir silahını kullanmaktan bizler de tereddüt etmeyeceğiz…
Son çağrımız ise Partiye bağlılıkta tereddütsüz, mücadelede kararlı ve Parti etrafında kenetlenmekte sınanmış tüm taraftar ve militan yoldaşlaradır!
Parti bilinci ve kültürüne uygun normları, Partimizin genel ilkeleri ve ilkesel ayrım çizgilerini unutmadan, her yoldaş bulunduğu alanda karşı-devrimci ve gerici güruha karşı verdiğimiz mücadelenin uygulayıcısı olmalıdır. Parti ve devrim sorumluluğu esastır. Bu sorumluluk mücadele pratiğinde güçlü karşılık bulur. Tüm yoldaşlar bu kavrayışla hareket etmelidir.
Bu vesileyle tüm yoldaşlara;
Suçlu güruh mensuplarını gördüğünüz yerde, onların gerçek kişiliklerini yüzlerine haykırın! Kitleler içinde teşhir etmekten asla sakınmayın! Onlar Partimizi, kurumlarımızı ve ağır bedeller pahasına zorluklar içinde mücadele eden yoldaşlarımızı teşhir edip karalayarak yıkmaya çalışırken, Parti ve devrime karşı sorumluluk taşıyan yoldaşlarımız eli-kolu bağlı duramaz! Durmamalıdır!… Bizler de en az onların yaptığı kadar görevlerimize sarılmalı, onları teşhir etmeli, gerçek yüzlerini deşifre etmeliyiz!
Evet, bu mücadele esasta devrim ile gericiler/karşı-devrimciler arasındadır. Bizler her düzeyden yoldaşlar olarak Parti ruhu ve militan kişiliğine uygun olarak kenetlenmeli, bu gerici saldırı dalgasını kırmalıyız. Sen yoldaş; ulaştığın her insana bu gericilerin kirli yüzünü açıklayarak deşifre et! Gördüğün her gericiye tavır al, tecrit et!
Gerici ve karşı-devrimcilere yem edilecek tek bir yoldaşımız, kurumumuz ve Partimiz yoktur! Onu korumak onurlu devrimci görevdir! Ve onu korumak yoldaşlarını korumaktır!
Partimizin iradesini somut davranışa dökerek devrimci gücünü karşı-devrimci gericilere göstermeliyiz! Bunda kaybedilecek zaman yoktur!
Lakin, gerici ve karşı-devrimci olmayan aymazlara ve rotasını yitirmiş olan şaşkınlara karşı aynı yöntemler kullanmamalı, hatalı yöntemlerden özenle sakınılmalıdır! Onlarla karşı-devrimci güruhu kesinlikle ayrıt etmeli, bunu tavırlarımıza yansıtmalıyız!…
Buna karşın, müsamaha sınırlarımızı aşıp iyi niyet ve dostane yaklaşımlarımızı suistimal ederek, tahrifat ve bozgunculuk üretmekte ısrar eden, kendisini sakladığını sanarak yıkıcı tarzını ilerleten ve “kullanışlı aptal” olma durumundan öğrenmeyerek, yoldaşlarımız, kurumlarımız ve dolayısıyla Partimize karşı özel çalışma yürüterek iflah olmazlığını kanıtlayanlara karşı da, daha fazla hoşgörülü olamayız. Bunlar, köylü-feodal kurnazlığıyla Partimizin adını kullansa da ve Partimizden görünmeye çalışsa da, bunların Partimizle bir bağ ve alakasının olmadığını her yoldaş artık bilmelidir…
Partimizin Geçmişindeki Bir Cezalandırma Eylemi Vesilesiyle; Devrime Yabancılaşmış Köhne Bilinçlere!
“Kuzu postuna girmiş kurtların” yıpratıp yıkmaya dönük bilinçli kasıtla tartışma ve saldırı konusu yaptığı cezalandırma eylemi asla bireysel değil, Partimizin eylemidir! Eylemin sorumluluğu tamamen Partimize aittir! Bunu sulandırmaya çalışmak, yalnızca bir metot sorunu değil, devrimin mantığına ters yozlaşma hali ve yozlaştırma çabasıdır…
Partimiz, dünü bugünüyle yapmış olduğu veya yaptığı hatalar karşısında halka karşı açıklık ve dürüstlük ilkesinden hareket eder. “Her şeyin başı dürüstlüktür” bilinciyle hareket eden Partimizin, hatalarına yaklaşımı bu ilke ve anlayıştan beslenir. En ciddi hataları karşısında halka açık öz-eleştiri vermekten sakınmamıştır.
Partimizin tavrı şudur; Partimizin gerçekleştirmiş olduğu cezalandırma vb eylemlerine karşı itiraz ve eleştirisi olup haksızlığa uğradığını ve mağdur olduğunu düşünen ve bu temelde Partimizin gerçekleştirmiş olduğu cezalandırma eylemi ve kararlarının düzeltilmesini isteyen her kes, bu itirazını Partimize ileterek soruşturma talebinde bulunabilir. Partimiz bu tavır karşısında gerekli soruşturmaları yaparak sonucu muhatabına bildirmeyi taahhüt eder…
Lakin Partimiz, araştırılıp sonuçlandırılmamış, dolayısıyla hatalı olup olmadığı kararlaştırılmamış olan ilgili karar, uygulama ve sorunların, demokratik yöntem ve zeminde tartışılıp nasıl sonuçlanacağı henüz belli olmadan, bu zemin terk edilip internet vb üzerinden ve kirli amaçlarla tartışmaya açılıp yeni mağduriyetlerin yaşanmasına vesile olacak yöntemlerle tartışılmasını iyi niyetli görmez, ciddiye almaz. Şayet bir sorun var ve çözülmek isteniyor ise, bunun mekanizmaları ve yöntemleri bellidir. Etiği de… Bu yöntemler demokratik, hakkaniyetli ve meşru olup, teşhir ve yıpratmaya yol açarak yeni mağduriyetlere sebep olmayacak yöntemler olmak durumundadır. İnsani ve devrimci adap bunu emreder…
Öte taraftan, istisnasız olarak herkes eşit hakla, hakkını arama özgürlüne sahiptir. Buna göre; şayet mağdur olduğunu düşünen taraf talebini Partimize ilettiği halde, Partimiz tarafından kendisine yanıt verilmiyor ve bir açıklama yapılmıyor ise, bu durumda kişi-kişiler farklı yöntemlere başvurma hakkına sahiptirler. Ne ki, uygun demokratik yol-yöntem benimsemeyip ve bununla çözüm aramayarak, tersine yargısız infaz yapan yöntemiyle Partimizi, yoldaşlarımızı, kurumlarımızı teşhir eden yaklaşım ve yöntemleri benimseyen tavrı iyi niyetli değerlendiremeyiz…
Teşhir en ağır cezalardandır. Bunu yapanlar, çözüm arayan ve isteyenler değil, peşin hükümle yargıya varıp ceza kesenlerdir; fiilen sorun yaratanlardır. Hak-hukuk adına hareket etme iddialarına rağmen, yargısız infaz yaparak bizzat hak-hukuku çiğneyen iki yüzlü riyakarlardır bunlar… Dolayısıyla, bunları muhatap almaz, taleplerini dikkate alarak yanıtlamayız. Bilakis, teşhir ve yıpratma üzerinden güdülen gerici saldırı biçimleri ve amaçlarına karşı mücadele ederiz… Bugün yaşanan ve yapılan da budur…
Maoist Komünist Parti
Merkez Komite / Siyasi Büro
20 Ekim 2022
(*EK: Bütün bunlara karşın, yoldaşlarımızı, devrimci kurumları ve Partimizi yıpratma amacıyla kullanılan A. Alıç isimli kişinin cezalandırılması olayını, spekülatif deformasyon maharetiyle manivela eden art niyetli gerici saldırının mesnetsiz manipülasyonunu deşifre ederek boşa çıkarmak için verdiğimiz mücadelenin bir parçası olarak ve elbette halka karşı sorumluluğumuz gereği tüm gerçeğiyle açıklayarak paylaşıyoruz…
A.Alıç isimli kişinin cezalandırılmasına ilişkin
Bir yoldaşımızın şahsında Partimize ve aslında bütün bir tarihimize karşı istismar ve yıkıcı bir kampanya konusu yapılmak istenen A. Alıç meselesinin özeti şudur:
A. Alıç, iddia edilen zaman diliminde yoldaşımız değildir. Kafa ve ruhen hiçbir zaman tam olarak kazanılamamış, dizginsiz, kontrolsüz, lümpen yaşam tarzı ve güvenlik konularındaki kimi kuşkulu davranışlarından ötürü Partimizle olan sınırlı sempatizanlık ilişkisi 1980 yılı başlarında tamamen kopmuştur.
Sonrasında ise, 1980 Mayıs’ında TKP-ML GKK ismiyle Partimizden ayrılan gruba katılmıştır. Bu yer değiştirmeyi izleyen aylarda GKK üyesi bir arkadaş, dönemin İstanbul yerel sorumlularından bir yoldaşımız tarafından (devrimci bir kolektifin değerleriyle uyuşmayan ölçüsüz yaşam tarzına ilişkin olarak) bilgilendirilmiş, uyarılmıştır. Ancak dönemin örgütsel ayrılık paradigması ve psikolojisi içinde pek de dikkate alınmadığı anlaşılan bu uyarılar, birkaç ay geçmeden yeni kuşkulu davranış ve yaşanmışlıklarla yerini buluyor.
Bundan da önce yaşanmış en can alıcı örnek ise,1980 yazında GKK tarafından organize edilen bir askeri eğitim kampının helikopter destekli bir baskına uğraması ve çıkan çatışmanın ardından A. Alıç’ın kendisi hariç herkesin yakalanması olayıdır. Yalnızca kendisinin kamp alanından çatışmaksızın kurtulması ve ertesi gün de Adapazarı gibi anti-komünist muhafazakârlığın kalesi olan bir kentin merkezinde, bir çay bahçesinde “akrabam” dediği üniformalı bir polisle çay içerken görülmesi olayı, yakalananların cezaevinden gönderdikleri, “kuşkuludur, araştırın” mealindeki haberle de birleşince GKK yöneticileri arasında ilk ciddi kuşkular oluşmaya başlıyor.
İstanbul-Gebze-İzmit gibi bölgelerde gereği gibi kontrol edilemeyen A. Alıç, 1980 yılı Ekim ayında GKK üyesi bir arkadaşın refakatinde Dersim-Mazgirt’e götürülerek Hamido’nun (Ahmet Yavuz’un) sorumluluğuna teslim ediliyor. Bu kez de, yöre halkıyla devrimciler arasındaki ilişkilere zarar verir nitelikteki aynı kontrol dışı, serseri davranışları ve daha da önemlisi biriken kuşkulu tutumlarıyla Hamido ve arkadaşlarına da sorunlar yaşatmaya/bela olmaya başlıyor.
A. Alıç, GKK bölge organının 1981 Mart’ındaki toplantısında Hamido tarafından alenen, “sen bir ajan-provokatörsün” şeklindeki öfkeli bir yargıyla yaftalanıyor. Ve 1981 yılı Nisan ayı başlarında ve İstanbul’dan gelecek olan Adapazarı kampının basılmasına dair raporun beklendiği günlerde GKK’dan da atılıyor…
11 Mayıs 1981 akşamı Hamido’nun köyü olan Manekirek’te bulunan A. Alıç, gece saat 01:00 gibi köyden ayrılıyor ve saat 06:00 sularında geri dönüyor. 12 Mayıs 1981 sabah saatlerinde ise, Mazgirt’i Karakoçan’a bağlayan Golan köprüsü yönünden gelen silah sesleri üzerine A. Alıç, “bunlar Hamido’ların çatışma sesleridir” diyerek Muxundu istikametine doğru gidiyor. Sonuç, Hamido ve can yoldaşı Terzi’nin köprüyü geçtikleri sırada düştükleri kanlı pusu ve iki abide candır.
Hamido’nun bir şok dalgası halinde yayılan ölüm haberi, bölgede bulunan ve kendisiyle de İstanbul’dan tanışan Partimizin iki sorumlu kadrosu başta olmak üzere bütün silahlı gruplarımızı ve yöre halkını derinden sarsmıştır… Yaşanan şok Partimizin bölge örgütlülüğü bakımından çok büyüktür. Zira, Hamido ile sözü geçen iki kadromuz arasında 15 Mayıs günü için on gün önceden saptanmış bir randevu vardır. En azından Hamido ve yanındaki arkadaşın (birkaç ay zaman da alsa) yeniden Partiye dönmelerine kesin gözüyle bakılmaktadır.
Mayıs sonu-Haziran başları gibi Partimizin Xıran bölgesindeki gruplarıyla kontak kuran A.Alıç, yeniden Parti saflarına dönmek istediği bildiriyor. Bu isteği (batıdan gelen ve Hamido’yla çok yakın, yoldaşça ilişkileri bulunması hasebiyle sorumlu iki kadro tarafından ihtiyatla, hatta kuşkuyla karşılanmakla birlikte) gerekli organlara iletiliyor…
12 Eylül devlet terörünün halka kan kusturduğu, halk desteğinin hızla geri çekildiği, tüm Kuzey Kürdistan illerini tarumar eden Kayseri hava indirme tugayı ve Bolu komando alayının Dersim’e yaklaştığı zor zamanlarıdır sözü edilen zaman. Aynı zamanda ciddi barınma sorunlarının baş gösterdiği zamanlar…
A.Alıç’ın Partimizin yerel organlarına bildirdiği katılma isteğine yanıt beklediği ve bölgede boş boş gezdiği günlerde patlayan(köy halkının ırz düşmanlığı olarak tarif ettiği ve daha çok da manipülasyona dayalı) bilmem kaçıncı cinsel taşkınlık tam bir infiale neden oluyor. Halkla ilişkilerin kırılganlaştığı bir dönemde biriken bu öfkeyi bölge Parti organımız (yer yer taşan sınırlı tepkilere rağmen) sağduyulu bir yaklaşımla yatıştırmaya çalışmıştır.
Bu tarihten itibaren geçen süre doğal olarak bir gözaltı ve soruşturma süresidir A.Alıç için. 1981 yazında, yetkili Parti organlarımız yukarıda kronolojik olarak aktarılan verilerin tamamına sahip olmasa da, verilerin en fazlasına da Alt Bölge Parti organımız sahiptir. Buna rağmen, dönemin bıçak sırtında geçen, yaşamsal, hatta grupların toptan imhasıyla sonuçlanabilecek çetin koşullarına göre çok uzun sayılabilecek bir süre boyunca ve üstelikte karşı tehditlerine katlanılarak beklenilmiştir. Ama Partimizin aldığı darbeler ve genel sekreterimiz Süleyman Cihan’ın ölümüyle sonuçlanan ilk dalga ağır kayıplar bir bakıma A.Alıç’a dair alınması gereken zor kararı Alt Bölge Parti organının omuzlarına yüklemiştir. Sonuç, bölgede bulunan kadro, üye ve siyasi-askeri çalışmaların farklı birimlerinde örgütlü bulunan on dolayında ileri sempatizanın da oy birliği ve tam onayıyla cezalandırılması kararı alınmıştır.
Aşk hikayesi senaryolarına inanan safdil yaklaşımları ve tarihimize karşı girişilen düşmanca kindarlığı bir yana bırakıyoruz. Olaya 41 yıl sonrasının bilinci, konjonktürü ve paradigmalarıyla bakıldığında anlaşılmaz gibi görünebilir belki. Ama savaş koşullarının keskin yol ayırımlarını, ölümcül dönemeçlerini bilen insanlar söz konusu çetin kararı anlamaya daha yakındırlar.
Bununla birlikte sonuç daha başka olabilir miydi? Spekülatif de olsa evet denilebilir belki…
Konu bağlamında son söz olarak şu söylenebilir: Yarım yüzyıllık Parti tarihimiz boyunca şiddet kavramına, tarihte zorun rolüne, egemen barbarlığa karşı ezilenlerin meşru şiddetine, halk arasındaki çelişkilerin barışçı yöntemlerle çözümüne nasıl baktığımız biliniyor. Temel yaklaşımımızda ve kavrayışımızda ciddi bir sorun yoktur. Kusursuz muyuz, asla değil. İkna olduğumuzda ya da edildiğimizde hesabını vermeyeceğimiz, samimiyetle özeleştirisini yapmayacağımız hiçbir hatamız olamaz… )