10 Ekim Ankara katliamının yıldönümündeyiz. Katillere karşı öfkemiz ilk andaki sıcaklığını koruyor. Katliamın faili, faşist devlet ve çeteleridir. Hesabını mahşerde değil birleşik devrim hareketini büyüterek, bugün soracağız!
Rojava devrimi, Gezi direnişi, 6-8 Ekim serhildanı ve Kobane zaferiyle birlikte toplumsal mücadele gelişmiş; her bir ayaklanma, direniş birbirinin üzerine binerek kitle hareketini daha da güçlendirmiştir. Böyece birbirinden öğrenen, esinlenen işçi sınıfı ve emekçilerin, Kürt halkının, kadınların direniş ve mücadelesi, AKP iktidarını zayıflatmış, kitle hareketinde devrimci bir yükselişin kapısını aralamıştı. AKP, 7 Haziran seçim yenilgisini tam da böylesi bir süreçte yaşamıştı. Seçimin arifesinde Amed’de miting meydanında patlatılan bomba şiddet ve korku iklimini hakim kılma yönündeki ilk adımdı. Arkası, 7 Haziran seçim yenilgisiyle birlikte iktidarda kalabilmek için kesintisiz bir şekilde işlettiği iç savaş mekanizmasıyla geldi. Suruç Katliamı ve akabinde “Çöktürme Planı”nı devreye sokarak 10 Ekim’e giden süreci adım adım örgütledi. Bu, faşist iktidarın başta Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi olmak üzere, Türkiye devrimci hareketine, Türkiye işçi sınıfına ve halklarına karşı savaş konseptini işletmesi demekti. Böylece AKP, işçi sınıfı ve ezilenlerin, kadınların, gençliğin yükselen mücadelesini, devrimci dinamikleri yok etmeyi; olmadı bastırıp sindirmeyi hedefledi.
Katliamın mesajı ve hedefi çok netti. Zayıflayan AKP iktidarı ve TC devlet nizamı, işçi sınıfının ve ezilen halkların yükselen emek ve özgürlük mücadelesini, yükselen devrimci dalgayı, Kürt Özgürlük Hareketi’ni, öz yönetim direnişlerini ve ayaklanmalar çağında ortaya çıkan Rojava Devrimi’nin oluşturduğu devrimci dinamiği bastırmak, yok etmek ve havayı tersine döndürmek istedi. 10 Ekim Ankara katliamını karşılayamayan devrimci-sosyalist-muhalif cephe hem moral olarak hem de mücadele pratiği olarak zayıflarken karşı devrim, faşizm cephesi ise adeta şaha kalkarak Türkiye ve Kürdistan’da savaşı her yere yayarak üstünlük kurmaya çalıştı. Şehir savaşları ve öz yönetim direnişleri, dağlarda ve şehirlerde süren mücadeleler, faşizme karşı güçlü bir direniş çizgisini oluştursa da Türkiye ayağında saldırıyı karşılayacak düzeyde bir direnişin olmayışı, süreci belirleyen oldu.
10 Ekim Ankara katliamı, 1 Kasım’ın habercisiydi. Devrimci güçler, 7 Haziran seçim başarısının sarhoşluğu, devlet gerçekliğini dıştalayarak gelmekte olan faşist katliamların ayak seslerini ve açık kitle katliamlarını kavramakta ve buna cevap olabilecek, faşizme karşı birleşik devrimci bir mücadeleyi örgütlemekte zayıf kaldı. Sokakta faşizme karşı birleşik antifaşist bir direniş cephesini örgütlemediği için yenildi ve katliamlara cevap veremedi, hesabını soramadı.
Tarihten ders almalı, sandık siyasetine değil birleşik devrim mücadelesine odaklanmalıyız
Yine bir seçim sürecinin arifesindeyiz. Tüm toplumsal muhalefet güçlerine yönelen faşist terör ve savaş halini görmeyen; faşizmin kendinden olmayan tüm kesimlere sınırsız saldırılarını dert edinmeyen; faşist devletin Kuzey Kürdistan’da savaşı derinleştirmesine, Rojava’da, Güney Kürdistan’da işgal savaşına seyirci kalıp dört parça Kürdistan’da Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmayı ve kazanımlarını yok etmeyi birinci önceliği olarak tespit eden TC’ye karşı savaşmayan hiçbir güç geleceği kazanamaz. Açlık ve yoksullukla imtihan edilen işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin biriken öfkesini taşıracak bir mücadele stratejisi geliştirmeyen; erkek-devlet şiddetine karşı sokakları hiç terk etmeyen, cinsel özgürlük ve talepleri için kavgayı yükselten kadınların, ezilen cinsel kimliklerin mücadelesini faşizme karşı mücadelenin temel akslardan biri haline getirmeyen, özgürlük yoksunluğu ve geleceksizliğe karşı sesini daha bir gür çıkartan gençliği devrimci dinamizmin öznesi haline getirmeyen bir birleşik devrim hareketi kitleleri faşizme karşı saflaştıramaz ve devrimi örgütleyemez. Tam da bu yüzden seçim konjonktürüne yaslanmayan, fiili meşru mücadele hattını örmeyi birincil önceliği sayan bir mücadele çizgisini önümüze koyuyor ve buradan ilerliyoruz.
10 Ekim Ankara Katliamının derslerinden biridir; faşizm seçim sandıklarında alt edilmez. AKP-MHP faşizmi için gitti, gidiyor, gidecekler beklentisini kitleler içerisinde yaymak, seçim sürecine halel getirmeyecek şekilde bir konumlanış içinde olmayı birinci önceliği olarak belirlemek; liberal reformizmin kirli, bulanık suyunda yüzmekten başka bir şey değildir. Bu faşizme karşı mücadeleyi değil, parlamenterizm ve demokrasicilik hayallerini yaymaktır. 7 Haziran sonrası, örgütlü muhalefet cephesini yalnız katliamlar, bombalar yıkmadı; asıl olarak, hareketi dumura uğratan sandık zaferine endeksli yaklaşım ve sonrasında izlenen yol oldu. 10 Ekim katliamına giden yol ve sonrası, düzen ve düzen kurumlarına karşı devrimci perspektif yitiminin nasıl acı sonuçlara yol açtığının somut bir göstergesidir.
10 Ekim Ankara Katliamı’nın etkisini seçim anketi düzenleyerek test eden dönemin başbakanı ve katliamın baş sorumlularından Ahmet Davutoğlu, 90’larda faili meçhuller döneminin, içişleri bakanı asena Meral Akşener, 2 Temmuz Sivas katliamını katliam olarak görmeyen ve katiller güruhunun yanında saf tutan Temel Karamallaoğlu ve burjuva muhalefetin diğer özneleri, Türkiye halklarının ekmeğine de geleceğine de kan doğrayanlardır. Kimse kendisini Erdoğan karşıtlığıyla yıkayıp temize çıkartamaz. Bugün katliamların hesabını, faşizme karşı devrimci savaş temelinde, Türkiye ve Kürdistan’da devrim mücadelesini yükselterek soramadığımız her gün; AKP karşıtı burjuva-faşist muhalif bloğun işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın bugünü ve geleceğini gaspetmesine meydan vermiş olacağız. AKP-MHP faşizminden kurtulmak için işçi sınıfı ve ezilenlerin faşist devletin eli kanlı diğer katillerine sarılmasına zemin oluşturmamak için devrimci mücadelenin her türlü imkan ve araçlarını kullanacak, “faşizme karşı tek yol birleşik devrim” şiarıyla yürüyeceğiz.
Bugün AKP-MHP iktidarı, tüm devlet kurumları, olanakları ve araçlarıyla, paramiliter yapı ve örgütleriyle, SADAT’ı, mafya ve çeteleriyle, DAİŞ ve diğer cihatçı çeteleriyle; Türkiye işçi sınıfına, ezilen bölge halklarına, kadınlara, Kürtlere, devrimcilere karşı bir savaş hükümeti olarak konumlanmış durumda. Kesintisiz özel savaş, karşı devrimci saldırılarıyla faşist terörü, yaşamın bütün kılcal damarlarına yayıyor. Seçimi kaybetmeyi bir varlık yokluk sorunu haline getirmiş ve iç savaş dinamiğini harekete geçirerek bunu engellemeyi esas alan bir faşist iktidar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Faşist iktidarın seçimle gideceğini beklemek ve düşünmek, mücadele eksenini seçimlere bağlamak, gelişen devrimci eylemleri; seçim konjonktürünü gözetmediği ve süreci sabote ettiği iddiasıyla kınamak, içinde olduğumuz savaş gerçeğini Türkiye ayağında işlemeye başlayan iç savaş mekaniğini kavramamak demektir. Birleşik devrim güçleri faşizmi yıkmak için tüm savaş araç ve gereçleriyle, tüm mücadele araç ve biçimleriyle kavgayı yükseltecek, yeni 10 Ekimlerin yaşanacağı bir konjonktüre meydan vermeyecektir.
10 Ekim Ankara katliamında yaşamını yitiren canlarımızı, yoldaşlarımızı anarken, onların bitmemiş hikayelerini devam ettirme, sonlanmamış hayallerini, amaç ve ideallerini gerçekleştirme sözünü veriyoruz. 10 Ekim Ankara Katliamının hesabını soracak, faşizmi yıkacağız!
HBDH Yürütme Komitesi
10 Ekim 2022